Siyasette esas maksat kamuya yönelik bir hizmet anlayışı geliştirmektir. Demokrasinin gelişmesi ve geliştirilmesinde esas maksat budur.
Bilindiği üzere Cumhuriyetin İlanından sonra demokratik düzenin kurulmasına yönelik çalışmalar hız kazanmış ve parlamenter demokrasi anlayışı geliştirilmeye çalışılmıştır. Ancak süreç içerisinde yaşanan çeşitli problemler, demokratik düzenin kurulmasının önünde dev bir engel teşkil etmiştir.
Bu dönemin politik yaklaşımının, halktan uzak bir minval üzerinde kurulduğunu ve jakoben bir anlayışa sahip olduğunu söylemek zor olmasa gerek…
Şöyle ki hayatı boyunca Şanlıurfa’yı görmeyen Yahya Kemal Beyatlı’nın Urfa’dan, hiçbir şekilde Mardin’e uğramayan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Mardin’den vekil seçilmeleri, dönemin siyasetinin “Toplum” algısına örnek oluşturur. Bu durum, dönemin siyaset mekanizmasının halktan ne denli habersiz ve uzak kaldığına işarettir.
21. Yüzyılın Türkiye’sine bakıldığında bazı partilerin, Tek Parti döneminin bu demokrasi mefhumunu muhafaza ettikleri görülmektedir. Bu anlayışın aslında demokratik düşünceden kaynaklanmadığı, tarihsel sürekliliğin bir gereği olduğu görülmektedir. Partilerin çatısı altında politika icra eden kişilere bakıldığında bunların birçoğunun genel merkezlerin tensipleri ile tayin edildikleri ifade edilebilir. Belediye başkanları da bu şekilde tespit edilir…
Bu kişilerin ekseriyetinin halktan uzak bir hayat sürmelerine, halkı anlayamadıklarına pek şaşırılmamalıdır.
Bu durum bir açıdan iktidar koltuğunu bazı partiler için hayal kılmaktadır. Bu durumun bir hayalden öteye gidememesinde esas faktör “Halkı anlamamak” ile ilintilidir. Diğer bir deyişle bazı partileri muktedir kılan temel etken ise halka kulak vermeleriyle ilgilidir. Nedir bu halkı anlama meselesi?
Formülü çok basit: Halkı dinlemek sorunlarını anlamak ve bu sorunları çözüme kavuşturmak…
Bu bağlamda son zamanlarda Mersin siyaset arenasında boy gösteren partilerin de çeşitli sorunlarla karşı karşıya kaldıklarını ifade etmeliyiz. Bu sorunların partilerin politikalarından olduğu kadar partilerinden de kaynaklandığını özellikle belirtmeliyiz.
Yani partililer, bilhassa partilerinden aldıkları güç ile mensubu bulundukları partilere karşı yıkıcı bir yol oynamaktadırlar. Gücü var ellerinde bulunduran ve gücün getirdiği ego ile huzur bulan kişiler, partilerini halkıyla temsil edememekte ve hatta partilerinin temellerini tabiri caizse dinamitlemektedirler.
Sergiledikleri antipatik halleri ve toplumdan uzak yaşamları, kendileri için şimdilik bir tehlike arz etmese de partilerinin geleceği için ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Halk nezdinde meşruiyeti sorgulamakta olan bu kişiler, mensubu bulundukları partileri korkunç bir iç rekabete sürüklemekte ve parti tabanlarında ciddi kopuşlara sebebiyet vermektedir.
Partilerin yaşadıkları bu iç gelişmeler, sadece Mersin siyasetinin değil aynı zamanda Türk siyasal hayatının da dengesini değiştireceği açıktır. Büyük partilerin yaşadıkları bu sarsıntıya karşı, küçük partilerin fırsattan istifade ederek güç kazanma çabaları ise gözlerden kaçmamaktır.
Türk siyasal hayatı hiçbir dönem bu kadar hızlı ve keskin bir süreç yaşayamadı. Şuan için net bir şey söylemek zor; ancak süreç, bu istikamette işlemeye devam ederse kahin olmaya da gerek yok: Büyük partilerin ziyanda bulundukları muhakkak…
Ancak partilerde ehliyet ve liyakat sahibi kişilerin görev alması durumunda, büyük partilerin eski güçlerine erişebilecekleri de kuvvetli bir ihtimal…
Aksi halde seçimlerin büyük partiler için bir dizi sıkıntıyı beraberinde getireceği kaçınılmazdır. Halka kulak veren partilerin onu açık; halka kulak tıkayan partilerin işi bir hayli zor.