Antalya gecelik bayan arkadaş izmir otele gelen bayan arkadaş Mersin eve gelen bayan
Simge ERCİYAS
Köşe Yazarı
Simge ERCİYAS
 

Aşkın Demokrasi

Bölücü ve yıkıcı paraziter yapılaşmanın, kendi inşasına hizmet eder argümanlar üreterek, toplumsal vicdanı yaralayan -cinayet, tecavüz, suikast, adam öldürme, ruhsatsız silahlanma gibi halkı korkuya sürükleyecek haberleri servis etmesi, “OHAL şartlarını hazırlamaya” yönelik hamlelerdir. Bu durum Türk halkını açıkça tehdit anlamına gelmektedir. Sıkışan erk, satranç hamlesini nereye yapabilir görmek için faturanın kime kesildiğine bakmak gerekli. Elbette faturayı halka kesen yönetimler suçluluklarının ilk açığını vermiş demektir. Suçu kendinde bulan halk ise günün sonunda ‘kar oranını’ sömürü düzeninin lehine döndürecektir. Durum ön görülemez limitlere ulaştığında ise OHAL halleri ile polis oranı ve asker eylemleri yükselecektir. Bunu Devletler siyasi ve ekonomik sömürü tarihinin geçmiş sayfalarında görmek mümkün. Peki durumu O-hal’e getiren umarsızlığın altında yatan ne olabilir? Elbette sorunun özünde aşkın demokrasi arzusu olmakta. Aşkın Demokrasi ile yönetilen ülke meclislerinin ülke beka kaygısı gütmesi beklenemez. Elbette eski Dünya ve üçüncü Dünya anlayışı olan demokratik yönetimler aynı amaca giden insanlar arasında ki farklı düşüncelerin beyin fırtınası demekken, günümüzde bu düşünce ülkelerin bölünerek parçalanmasına sebep olan bir silaha dönüşmüştür. Artık demokratik yönetimlerde bilinç ülkenin daha iyi yönetilmesi değil, grupların liyakatsiz biyadına dayanan servet edinimlerinin ‘‘ayrıcalıklarla’’ çoğaltılmasıdır. Bu kitle yöneticileri günü birlik kararlar alarak yönettikleri dönemlerin yıl, gün, saat ve dakikalarını önemser durumda olurlar. Arkalarında kalan molozların ise hesabını verecek bir kaygı yaşamazlar. Çünkü halk o molozlardan çıkmaya uğraşırken onlar görünmez olmanın yolunu bulmuş olacaklardır ki zaten Türkiye demokrasi hukukuna değil eşitler hukukuna aittir. Demokrasi yalnızca düşünceler arasında olur lakin hukuk Anayasal anlayışla iktidarı dahi sınırlayan çizgilerde tek anlayış ile kurulmuştur. Ayrıca Türkiye'de 'Demokrasi' Yahudi tabanlı Ermeni eylemli Arap güdümlü Alman destekli tek yönlü haçlı Faşizminin adı olduğunu gözlemleyerek deneyimlemekteyiz. (Günümüzde demokrasi ülkenin sömürge olduğu anlaşılmasın, 'İrade milletin elindedir' algısı ön planda görünsün, anlam veremediği dış ilişkileri ve içeriye etkilerini sorgulamasın, başka arayışlar içine girmesin 'İnsanlığın geldiği son aşama bu' desin diye kurulan bir sanrıdır.) Bu aşkın hak arayışı hangi yanlış anlamadan doğmaktadır? Emperyal bir çığırtkanlık olan ve demokrasi adı altında icra edilen bu hak arayışı, aşkınlık gösteren özgürlük bunalımıdır. Yani özgürlük tanımının sınırları aşma halidir. Bu yanlış anlama diğer hakların sınırlarını zorlar ve ortaya çıkan sonuçlar herkesi rahatsız eden ve kimsenin yararlanamayacağı sınır aşımlarıyla son bulur. Anayasa bu konuda ne demektedir? Özgürlüğün sınır tanımı Anayasa hukukuna giriş derslerinde dahi görülebilecek bir olgudur. Bu olgunun tanım yorumu şöyledir: ‘‘Türkiye Cumhuriyeti’nde yasal olarak kimliksel anlamda ve azınlık hakkı adı altında parti kurulamaz.’’ Günümüzde gerçekleşen suistimaller tamda bu alanlarda yapılmaktadır. Anayasamız açıkça Türk partisi olamayacağı gibi Ermeni/Rum/Arap partisi de olamayacağını  belirtmiş akılcı yasalardır. Zaten yasal olarak Azınlık tanımı getirilmesi için, dinen ayrım gerekmektedir. Bu durumda gruplar dini olarak Yahudi, Hristiyan, Budist vb. gibi azınlıklar statüsünde anılmaları gerekmektedir. Türk’ler, Türk milleti adını almış T.C. pasaportlu vatandaşlar azınlık değillerdir. Olmadıkları içinde ayrıcalık hakkı alamazlar. Zaten hakkın kendisine sahiptirler ve bu hak geri alınamaz bir haktır. Hakkın geri alımı sadece yasa dışı hallerde mümkündür. Kendini Türk hissetmeyenler ve milliyetçilik tanımının dışında kalan azınlıklar ise milli değer taşımadığı için yani milli güven oluşturmadıkları için kurum çalışanı olamazlar ve ticari hakları sınırlıdır. Dini azınlıklar ve yasada risk addeden vatandaşlar ise; siyasal ve kurum görevlisi olarak erk edinemezler. Hatta bu risklere göre bazıları ticaret dahi yapamazlar. Bu kısıtlamalar laiklik koşulu ile siyaset dışı bırakılmış olup, yaşam alanları sosyal, ulusal ve anayasal kanunlar ile bağlanmıştır. Dolayısıyla bizim sarsılmaz bir şekilde Lozan’da azınlık olarak tanımlananların dışında hiç kimsenin hakkı Anayasada azınlık olarak gözetilemez. Yani kimseler ya da parti üzerinden etnik kimlik hakkı   isteyenler ya azınlık hakkına düşürülecektir ya da milli olmak zorundadırlar. Farklı bir ayrıcalık olası görülmediği gibi ısrarı risk kabul edilir. Türkiye Cumhuriyeti yüksek Türk bilinci tecrübesiyle kurulmuştur. Laik ve sosyal hukuk ilkesile hukukumuz hem partiler yasasını net bir çizgile belirlemiştir hem de sosyal hukukun çerçevesini ‘’kesin bir yargı ile’’ çizmiştir. Öyle ki; Kendi kimliğini dahi Irk tanımına değil “Ulus” olgusuna dayandırmıştır. (Bir de Türk’lere ırkçı derler. Onlar devlet kursa nasıl haklar vermezdi düşünmek dahi istemiyorum) Bugüne kadar yaşananlar ve gelinen durumun neyi göstermektedir? Bu minvalde 1970’lerden gelen anayasal hak aşkınlıkları meclis kararlarında ve politik alanda kusurlu görülmektedir. Yani kusur hukuk tanımının saptırılmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumu ‘’siyasi erkler kusuru’’ olarak da var sayabiliriz. Bu yanlış politikaları izleyen ve günümüze kadar gelen sorunları -sadece “siyaset düzenini yeniden yapılandırmakla”- aşabiliriz. Olması gereken de yalnızca kuruluş ayarları ve politikalarını takip etmektir. 1939’lardan sonra tüm değerlerde birçok kusur bulunmaktadır. Bu durum gözetildiğinde; “isterseniz şeriat bile getirirsiniz” diyen Adnan Menderes’ten, “birkaç kez delinebilir” diyen Turgut Özal’a kadar dayanan ve bugün parlamentonun da eşlik edip, yanlış bir mantıkla yürüttüğü programdan çıkarılacak sonuçlar, Ulusumuz adına yararlı görünmemektedir. Geldiğimiz noktada konu ‘’kurucu olan Türk bilinci iradesinin Anayasa koruyucuları ve Anayasa karşıtları’’ yani yasacılar ve yasa yıkıcılar olarak da anlaşılmaktadır.   Asıl düzenlenmesi gereken anayasal değişiklik değil, siyasi partiler yasasındaki yanlışlardır. İdeolojiler üzerinden siyasal erk kurma çabasında olunan bir meclis ile kimlik ve inanış üzerinden siyaset yapan anlayışlarla, sözde anayasa hazırlamak, ulus çıkarına uygun görünmemektedir. Ayrıca; alt kimlik ayrışması üzerinden edinilmeye çalışılan haklar; kurucu değer olan eşitlik ilkesine uygun olmamanın yanı sıra anayasal suçtur. Meclis mevcudu topyekûn Türk ve Müslüman olsa dahi anayasayı ırka ve dine dayalı değiştirme hakkı bulunmazken; “azınlık” adı altında onlarca parçaya bölünmüş yapılanmaların, fantastik maceralarile ortaya "OHAL" yaratacak niyet ve eylemler koyması, tarihlerine yine büyük bir hata olarak yazılacaktır. Ulusumuzun anlaması gereken sorunun yasalar değil, kurucu yasaları bugüne kadar uygulayamayan / uygulatmayan / uygulamak istemeyen “siyasi erkler” sorunu olduğunu anlamasıdır. Sonuç olarak; 1939’a kadar getirilen Anayasanın kabulü ve üzerinde yaşanan art niyetli kamuoyu yaratımlarına ve partilerin yarattığı gündem oyalamalarına pirim verilmemesi ve federal anlayış olan aşmış demokraside değil, ulus bilincinde tek merkezde hareket edilmesi en uygun ‘‘uyanış’’ olacaktır. Türk milli şuuruna saygılarımla; Hür Düşünce Hareketi Genel Başkan Yardımcısı /Simge ERCİYAS
Ekleme Tarihi: 02 Kasım 2024 - Cumartesi

Aşkın Demokrasi

Bölücü ve yıkıcı paraziter yapılaşmanın, kendi inşasına hizmet eder argümanlar üreterek, toplumsal vicdanı yaralayan -cinayet, tecavüz, suikast, adam öldürme, ruhsatsız silahlanma gibi halkı korkuya sürükleyecek haberleri servis etmesi, “OHAL şartlarını hazırlamaya” yönelik hamlelerdir.

Bu durum Türk halkını açıkça tehdit anlamına gelmektedir.

Sıkışan erk, satranç hamlesini nereye yapabilir görmek için faturanın kime kesildiğine bakmak gerekli. Elbette faturayı halka kesen yönetimler suçluluklarının ilk açığını vermiş demektir. Suçu kendinde bulan halk ise günün sonunda ‘kar oranını’ sömürü düzeninin lehine döndürecektir. Durum ön görülemez limitlere ulaştığında ise OHAL halleri ile polis oranı ve asker eylemleri yükselecektir. Bunu Devletler siyasi ve ekonomik sömürü tarihinin geçmiş sayfalarında görmek mümkün.

Peki durumu O-hal’e getiren umarsızlığın altında yatan ne olabilir?

Elbette sorunun özünde aşkın demokrasi arzusu olmakta. Aşkın Demokrasi ile yönetilen ülke meclislerinin ülke beka kaygısı gütmesi beklenemez. Elbette eski Dünya ve üçüncü Dünya anlayışı olan demokratik yönetimler aynı amaca giden insanlar arasında ki farklı düşüncelerin beyin fırtınası demekken, günümüzde bu düşünce ülkelerin bölünerek parçalanmasına sebep olan bir silaha dönüşmüştür. Artık demokratik yönetimlerde bilinç ülkenin daha iyi yönetilmesi değil, grupların liyakatsiz biyadına dayanan servet edinimlerinin ‘‘ayrıcalıklarla’’ çoğaltılmasıdır. Bu kitle yöneticileri günü birlik kararlar alarak yönettikleri dönemlerin yıl, gün, saat ve dakikalarını önemser durumda olurlar. Arkalarında kalan molozların ise hesabını verecek bir kaygı yaşamazlar. Çünkü halk o molozlardan çıkmaya uğraşırken onlar görünmez olmanın yolunu bulmuş olacaklardır ki zaten Türkiye demokrasi hukukuna değil eşitler hukukuna aittir. Demokrasi yalnızca düşünceler arasında olur lakin hukuk Anayasal anlayışla iktidarı dahi sınırlayan çizgilerde tek anlayış ile kurulmuştur.

Ayrıca Türkiye'de 'Demokrasi' Yahudi tabanlı Ermeni eylemli Arap güdümlü Alman destekli tek yönlü haçlı Faşizminin adı olduğunu gözlemleyerek deneyimlemekteyiz. (Günümüzde demokrasi ülkenin sömürge olduğu anlaşılmasın, 'İrade milletin elindedir' algısı ön planda görünsün, anlam veremediği dış ilişkileri ve içeriye etkilerini sorgulamasın, başka arayışlar içine girmesin 'İnsanlığın geldiği son aşama bu' desin diye kurulan bir sanrıdır.)

Bu aşkın hak arayışı hangi yanlış anlamadan doğmaktadır?

Emperyal bir çığırtkanlık olan ve demokrasi adı altında icra edilen bu hak arayışı, aşkınlık gösteren özgürlük bunalımıdır. Yani özgürlük tanımının sınırları aşma halidir. Bu yanlış anlama diğer hakların sınırlarını zorlar ve ortaya çıkan sonuçlar herkesi rahatsız eden ve kimsenin yararlanamayacağı sınır aşımlarıyla son bulur.

Anayasa bu konuda ne demektedir?

Özgürlüğün sınır tanımı Anayasa hukukuna giriş derslerinde dahi görülebilecek bir olgudur. Bu olgunun tanım yorumu şöyledir: ‘‘Türkiye Cumhuriyeti’nde yasal olarak kimliksel anlamda ve azınlık hakkı adı altında parti kurulamaz.’’

Günümüzde gerçekleşen suistimaller tamda bu alanlarda yapılmaktadır. Anayasamız açıkça Türk partisi olamayacağı gibi Ermeni/Rum/Arap partisi de olamayacağını 

belirtmiş akılcı yasalardır. Zaten yasal olarak Azınlık tanımı getirilmesi için, dinen ayrım gerekmektedir. Bu durumda gruplar dini olarak Yahudi, Hristiyan, Budist vb. gibi azınlıklar statüsünde anılmaları gerekmektedir. Türk’ler, Türk milleti adını almış T.C. pasaportlu vatandaşlar azınlık değillerdir. Olmadıkları içinde ayrıcalık hakkı alamazlar. Zaten hakkın kendisine sahiptirler ve bu hak geri alınamaz bir haktır. Hakkın geri alımı sadece yasa dışı hallerde mümkündür. Kendini Türk hissetmeyenler ve milliyetçilik tanımının dışında kalan azınlıklar ise milli değer taşımadığı için yani milli güven oluşturmadıkları için kurum çalışanı olamazlar ve ticari hakları sınırlıdır.

Dini azınlıklar ve yasada risk addeden vatandaşlar ise; siyasal ve kurum görevlisi olarak erk edinemezler. Hatta bu risklere göre bazıları ticaret dahi yapamazlar. Bu kısıtlamalar laiklik koşulu ile siyaset dışı bırakılmış olup, yaşam alanları sosyal, ulusal ve anayasal kanunlar ile bağlanmıştır. Dolayısıyla bizim sarsılmaz bir şekilde Lozan’da azınlık olarak tanımlananların dışında hiç kimsenin hakkı Anayasada azınlık olarak gözetilemez. Yani kimseler ya da parti üzerinden etnik kimlik hakkı   isteyenler ya azınlık hakkına düşürülecektir ya da milli olmak zorundadırlar. Farklı bir ayrıcalık olası görülmediği gibi ısrarı risk kabul edilir.

Türkiye Cumhuriyeti yüksek Türk bilinci tecrübesiyle kurulmuştur. Laik ve sosyal hukuk ilkesile hukukumuz hem partiler yasasını net bir çizgile belirlemiştir hem de sosyal hukukun çerçevesini ‘’kesin bir yargı ile’’ çizmiştir.

Öyle ki; Kendi kimliğini dahi Irk tanımına değil “Ulus” olgusuna dayandırmıştır. (Bir de Türk’lere ırkçı derler. Onlar devlet kursa nasıl haklar vermezdi düşünmek dahi istemiyorum)

Bugüne kadar yaşananlar ve gelinen durumun neyi göstermektedir?

Bu minvalde 1970’lerden gelen anayasal hak aşkınlıkları meclis kararlarında ve politik alanda kusurlu görülmektedir. Yani kusur hukuk tanımının saptırılmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumu ‘’siyasi erkler kusuru’’ olarak da var sayabiliriz. Bu yanlış politikaları izleyen ve günümüze kadar gelen sorunları -sadece “siyaset düzenini yeniden yapılandırmakla”- aşabiliriz. Olması gereken de yalnızca kuruluş ayarları ve politikalarını takip etmektir.

1939’lardan sonra tüm değerlerde birçok kusur bulunmaktadır. Bu durum gözetildiğinde; “isterseniz şeriat bile getirirsiniz” diyen Adnan Menderes’ten, “birkaç kez delinebilir” diyen Turgut Özal’a kadar dayanan ve bugün parlamentonun da eşlik edip, yanlış bir mantıkla yürüttüğü programdan çıkarılacak sonuçlar, Ulusumuz adına yararlı görünmemektedir.

Geldiğimiz noktada konu ‘’kurucu olan Türk bilinci iradesinin Anayasa koruyucuları ve Anayasa karşıtları’’ yani yasacılar ve yasa yıkıcılar olarak da anlaşılmaktadır.  

Asıl düzenlenmesi gereken anayasal değişiklik değil, siyasi partiler yasasındaki yanlışlardır. İdeolojiler üzerinden siyasal erk kurma çabasında olunan bir meclis ile kimlik ve inanış üzerinden siyaset yapan anlayışlarla, sözde anayasa hazırlamak, ulus çıkarına uygun görünmemektedir. Ayrıca; alt kimlik ayrışması üzerinden edinilmeye çalışılan haklar; kurucu değer olan eşitlik ilkesine uygun olmamanın yanı sıra anayasal suçtur.

Meclis mevcudu topyekûn Türk ve Müslüman olsa dahi anayasayı ırka ve dine dayalı değiştirme hakkı bulunmazken; “azınlık” adı altında onlarca parçaya bölünmüş yapılanmaların, fantastik maceralarile ortaya "OHAL" yaratacak niyet ve eylemler koyması, tarihlerine yine büyük bir hata olarak yazılacaktır.

Ulusumuzun anlaması gereken sorunun yasalar değil, kurucu yasaları bugüne kadar uygulayamayan / uygulatmayan / uygulamak istemeyen “siyasi erkler” sorunu olduğunu anlamasıdır.

Sonuç olarak; 1939’a kadar getirilen Anayasanın kabulü ve üzerinde yaşanan art niyetli kamuoyu yaratımlarına ve partilerin yarattığı gündem oyalamalarına pirim verilmemesi ve federal anlayış olan aşmış demokraside değil, ulus bilincinde tek merkezde hareket edilmesi en uygun ‘‘uyanış’’ olacaktır.

Türk milli şuuruna saygılarımla;

Hür Düşünce Hareketi Genel Başkan Yardımcısı /Simge ERCİYAS

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve birebirhaber.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.