Adalet, Mülkün temeli ise Adalet, sadece Mülk için var demek gibi bir anlam çıkarmamız gerekiyor.
O zaman Adalet için devlet, devlet olmak için ise halk gerekir.
Peki mülk denilen realite, hakikaten halk için midir?
Yoksa Mülkten kasıt, devlet sınırları içinde ki toprak mıdır?
Elbette mülk, Devlet toprağı anlamına gelir. Lakin emlak payidesi yasasile anlatılmak istenen devletçilik anlayışında yoktur. Yani devlet toprağı pay edilemez ama yönetim hakkı, tapu ise sınırsal edinmeye dayalı gelir elde etme, barınma ya da koruma hakkı pay edilebilir. Türkiye yasalarına göre, halkın mülk edinmesi, milliyetçilik temelinde dayanan bir haktır. Yani mülk için hak sahibi olmak ‘’milliyetçi’’ olmaktan yani vatansever olmaktan geçecektir. Devletler kurulur iken halka nasıl bir hak vermiş ise o yasaya bağlı edinim elde edersiniz. Komünist sistemde toprak sahibi olamazsınız sadece işçi olabilirsiniz. Eşitlikçi Türkiye yasaları bilincinde ise vatanını savunan herkes aynı zamanda mülkün de sahibidir. Yani milli olan halk, aynı zamanda hak sahibidir.
Bu durumda Kuruluş bilinci ‘‘devletin mülkü içinde’’ size nasıl bir siyasi hak vermiş ise, o kadar mülk yani devlet toprağı edinme durumunuz var demektir. Ya da yok demektir.
Peki, İnsan mülksüz kalır ise; adalet gerekmeyecek midir?
Yeni Dünya düzeninin, Mülkiyetsiz toplum çalışması temelinde ‘’mülksüzleştirme modeli’’ gerçekliği vardır. Devlet yapısı içinde, halkın elinden malının alınması, kurucu değerlerimize göre yasal değildir. Türk halkı, hukuki kazanımlarını, karşısında bulamaz ise devleti yok saymak zorunda kalacaktır. Peki bu durum kimin işine yarayacaktır. Elbette devlet yıkmak isteyenlerin işine gelecektir. Devlet yok ise, mülkte yok demektir ve doğal olarak yokluğa da kaos hükmedecektir. Yani adalet var sayılmayacaktır. Çünkü hak, halkın olmayacaktır. Böylelikle adalet sınıflar ayrılığına dayanacak bir yapının eserine bürünecektir.
Kaos sitemi olan Yeni Dünya Düzeni: Cinsiyetsiz, kimliksiz, milliyetsiz, mülkiyetsizlik gerçeği ile ilkin yasaya ve sonra da devlete dayanan yok edilişin de öncülüğünü yapan bir sistem kurmacası/varsayımı/dayatması demektir.
Peki bu gerçek olabilir mi?
Mülkiyetsizlik çalışması iki gündem ile gerçek olabilir. Doğal afetler ve milletsiz toplum. Doğal afetler, adı üstünde, doğal ise söylenecek çok az şey var elbette. Teknolojik olarak, insan eli ile gerçekleşmiş ise; zaten toplum olarak büyük bir sorunumuz var demektir.
İkinci gerçeklik olan milliyetsizlik ise; Ayrışma ve bölünme ile ulus bütünlüğünün yıkımı anlamı taşır. Bu el birliği, ulus bütünlüğü yapısının bozulması ile gerçekleşir. Halk, ilk başta ayrışma ile birbirlerinin hakkını elinden alır. Kaos ortamı ile edinimlerini kaybeden halkın tüm mülkü, tek bir elde toplanana kadar süreç devem eder. Milli ve ulus bütünlüğünün yıkıldığı ortamda, bir elde toplanan mülk ise; tek bir karar ile yeni düzene devir olur. Bu gerçeklikte halk ‘‘eskinin kominizimi’’ adı altında maniple edilmek istenmektedir. Bu silsileden kurtulacağını zanneden ve sisteme hizmet eden insancıklar ise, ne yazık ki hem kendilerini hem de tüm bir vatanı, buhrana sürüklemiş olacaklardır.
Cinsiyetsizlik ise duygu karmaşası yaratacağından, sağlıklı ruh ve beden bütünlüğü olmayacaktır.
Bu sistemin başlıca afişlerinin ilki:
Kurucu anayasa değişikliği ile gelen tek el mülk edinimleri. (Bugün halk olarak insanca yaşama şansımız var ise, bunu kusursuzca düşünülmüş Anayasamıza borçluyuz.)
İkinci afişe edilen unsur bölücü ve kutuplaştırıcı demokratik hak arayışıdır. (Hak arayanın zihniyetinden emin misiniz? Demokrasi eşitliğin bozulduğu yerde var olur. Kurucu yasalarımız, eşit sosyal haklar üzerine, Türk bilincile kuruldu ve 12 Temmuz 1947 beyannamesi ile bozuldu, 1980 de şerh kondu ve bilinçli ters devrim kör topal bir şekilde kendini var etmeye devam etti.) 2003 İkiz yasaların imzalanması ise bu sürecin son aşaması oldu. Yeni Anayasa çığırtkanlığına da cesaret kazandırmış oldu.
Son afişe edilen kaos ise; medya ile yayılan korku turizmidir. (Cinsiyetsiz toplum, lgbt, göçmen yardımı güzellemesi, inançlar üzerinden ayrışmış milliyetsiz toplum, mülk satışı ile gelen emlak devrileri, satılan mallar kimin elinde toplandığı ve kime devir edildiğini bilmediğimiz bir kaos ortamına ilaveten karbon ayak izi, iklim krizi, salgın hastalık, bireysel silahlanma, adaletsizlik gibi birçok unsur an be an hayatımızın normalleri arasına girdiğini görebiliriz.)
Gelelim Konunun Aslına…
Bu kara sistemin ortakları kimlerdir?
Bu ortaklık özü itibarile; Emperyal kuvvet, Kapital faşizm ve Firavun (saltanat-siyasal din evliliği Batı ve doğunun akıl almaz aynılığı) arzusunun binyıllar boyu Evanjelist örgüt elile devam etmesinden kaynaklanan ve uzun yıllar amaç birliği yemini etmiş vandal bir toplumdur. M.Ö. 3150 gelen ve M.S. 2030 yılına kadar sürecek olan ve mütemadiyen hortlayan bu sistem ve ona çanak tutan, gelişmesi mümkün olmayan insan güruhuna biz müdahale etmedikçe, sonsuza kadar bu düzen devam edip gidecektir.
Peki; 6000 yılı aşkın süredir, Mesih arzusu ile yaşayan bu şizofreniye izin vermeye devam etmeli miyiz?
Bunun sonunu getirmeden, onların bizlerle yaşamasına müsaade edecek miyiz?
Başa çıkılamayan yok etme ihtiraslarile karartılan tarihin sarmal halinde bize sunulduğunun farkında değil miyiz?
Artık değişme zamanı gelmedi mi?
Bu savaşın karşısında tek bir güç olduğunu biliyoruz. Halkların bilinçlenmesi ile gelen millet aydınlanmasının ulusal koruyuculuğu bize bırakılan yegâne ödev olduğunuda…
Şimdi lütfen tekrar tekrar düşünün.
Neyi neden istiyorum, neye neden susuyorum ve neye neden ses çıkarıyorum?
Ve en önemlisi neyi neden yapıyorum.?
Adaleti nerden kimin elinden alıyorum?
Devlet Mülk demektir ve Mülk onun için kan dökenlerin hakkıdır. Mülk namusun bekçisi, geleceğin huzurlu bahçesidir ve yalnızca faziletli ellerde yaşam bulabilecek bir cennettir. Adalet ise bu mülkün tecellisidir.
Bir gün ATATÜRK’ü anladığınızda iş işten geçmiş olabilir.
İnancım asla bitmeyecek bir erdemin mahiyetinde, Türk aklile tezahür edecektir.
Türk asli şuuruna saygılarımla;