Faziletsiz Cumhuriyetler her dönem kendi Tiranını çıkarır. İnsan zekasının akıl yolculuğunda, maniple edilen olayların tümüne ise hayat denir ve hayat size her şeyi tecrübe ettirene kadar tüm kararlarınızın sonuçlarını deneyimletir.
Doğu sosyolojisinin ekolü- kadını yok sayan – ümmetçi birlik misyonerliğidir.
Batı sosyolojisinin ekolü liberallerin- köleliği maniple ettiği – daha çok çalışmaya odaklanmış, eğitimli işçi haklarının birlik misyonerliğidir.
Yeni nesil kölelik denen ABD- Rusya- Almanya- Fransa yönetimlerinin – diktatörlük ile cumhuriyet arasında gidip gelen Feodal ya da Federasyon yönetim şekillerini değerlendirecek olursak, başarısızlıklarının getirdiği gaddarlıklarının yanında kendi rönesanslarının dahi istikrarsız yetkinliklerinde var edildiğini kabul etmekten başka çaremiz kalmaz.
Elbette İngiltere monarşisinin bu yazıda yeri dahi yok.
Türklerin sosyoloji ekolü ise insanın evrensel haklarındaki anlamı ve Türk halkının ulusal yapısına dayanan üniter birlik misyonerliğidir. Yani Türk ekolü, insanı halk olarak tanır ve insanın ÖzGürlüğüne, bağımsız ve egemenliğine dayalı Türk kültürünü mutlak hareket olarak görür. El birliğinde olan herkesi ise hareketin unsuru olarak tanır.
İtiraf etmeliyim ki; federasyon çığırtkanı toprak ağası köle sevici ailelerin iktidar çocuklarının Hamlet misali nutuk çektiği görece siyasi ekol akademilerin yani Liberal neslin, toplumsal sosyoloji çalışmasını her zaman ironik bulmuşumdur.
Bir halkın toplum bilimini halkın kendisi çalışmalı. Akademisyen, sanatçı ve aydınını da kendi içinden çıkarmalı, akademisyen ataması yapılmış toplumlar yok olmaya mahkumdurlar.
İslam’a ait düşünürlerin Türk alimi gibi anılması ve Türk alimlerinin İslam alimi gibi değerlendirilmesinin yanında Türk kadim tarihimizden bugüne değin birçok Türk bilim insanı da İslam dünyası ya da batı dünyası adı altında anılarak Türk kültüründen uzak bir manada değerlendirilmesi de günümüzde çalışılması gereken diğer bir önemli konudur. Bunu yüzyıllar boyunca kültürümüzün acı kaybı olarak değerlendiriyorum.
O zaman da sahip çıkamadık, şimdi de sahip çıkamıyoruz. Sebebi belli elbette kendi öz benliğimizden olmayan siyasilerin, demokrasi adı altında istila ettiği şizofren – yetisiz meclis çalışmaları. Tüm kültür kaybının yegâne sebebi bu gibi görünüyor.
Siz 10 yılda 10 milyon kişi ile mükemmel bir ülke kurarsınız, biz 86 yılda 86 milyon kişi ile 1923 öncesine bir şekilde maruz kalırız.
Atam, sana bir sır veriyim mi?
Aslında yüzyılı kutlama gibi bir hakkımız yok, henüz senin dediğin yere de gelmedik zaten. Hatta Çok şükür hala yaşıyoruz! kutlaması yapılsa yeridir. Cumhuriyet edinimlerinden kazandığımız her çeşit kutlama hatta yeni yıllar da dahil utanç verici boyutta. Konu yüzyıl değil, konu işaret ettiğin yerde olamamak ama anlatamıyoruz.
Sevgili Atam ‘‘Zaman bizi birliğiniz ile sınayacak’’ dedin oldu.
O zaman müsaaden ile kendimize şu soruyu sorsak nasıl olur?
Ayrılarak ‘Bir’leşenlerden çıkar sadakatsiz ilişkiler. Ayrılırsam Bir’leşmemek gerekir, Bir”leşir isem ayrılmamak gerekir deyip yeni baştan başlamanın yolları var edilmeli midir?
O zaman ‘‘Bir olmanın Bizliği’’ ne demektir?
Sanırım konuya siyaset felsefesinin eşsiz edinimlerinden başlamak gerekli.
-Mış gibi yapılan toplumsal sosyolojik gerçekler nedir?
Sanırım dünyanın soramadığı, belki de sormak istemediği tek soru bu.
Bir akademisyende ve sanatçıda bulunması gereken en büyük meziyet, evrensel etik değerlere ait bir bakış açısı olmalı iken biz ideolojiden sıyrılmış ilkeli duruş sergileyeni mumla arıyoruz lakin bulmak zor değil. Fırsat eşitliğinden mustarip sanatçı yetiştirememiş olmanın yanında, batılı ve doğulu akımlar ile eğitimden koparılmış olan halkımızın şifası da geç değil.
Atatürk ne demiş ‘‘doğmalara ait ideolojimiz yok, sürekli ilerici evrensel bakış içindeyiz.’’
O vakit zıttı biraz daha inceleyelim.
Batı- Güney Doğu sosyoloji adı altında bize dayatılan toplumsal algıya ve Halk çıkarlarımıza göre nasıl yönlendirilir çıkmazında ki ideaların -kendilerine dahi çare olamamış- çalışmalarına gerek duymayacağımız zamanlara geçiş yapmalıyız artık.
Biz Türklerin; gayet açık, net fikir ile ortaya koyduğu Anayasa gibi muhteşem bir realitesi mevcut. Tek yapmamız gereken bu mantıkta sanat ve felsefe geliştirmek. Ve tabii değerler sistemi ölmez, İdealar dünyası ise öldü gerçeğini kabul etmemiz de gerekecektir.
Peki bunu bize yani halka kim anlatacak, Kim ölenin kim olduğunu ve doğanın ne olduğunu aktaracak dersiniz?
Elbette SANATÇILAR.
Yazarlar, edebiyat ve tarihçiler, tiyatro, film, senaryo ve çizgi film hatta ressamlar, mimarlar, müzisyenler, türkü dostları ve daha birçok dalda sanat yapan düşünürler…
Biraz daha derinleşmeyi arzu ederim…
Düşünün, dünyanın tüm sanatçı, sosyolog ve iyi siyasileri, büyük durum krizlerin içinden çıkmıştır. Çünkü hakikat yüksek dramdan ve insanın sıkışmış, isyan potansiyelinden çıkmayı ister. Çünkü ilham acıdan beslenir. Sanat ve sosyoloji çalışan ülkeler, safi bir değerle çıkmadan, ülke krizini bitirmemiştir. Tıpkı postmodernizmin pasif özne karakteri gibi. Postmodern sanat dediğimiz zaman aklıma ilk gelen isim M. Abramovic canlı bedeb performansı.
Performansın her bir anı emperyalizmi anlattığını düşünmüştüm. Savunmasız insanlar aşağılanma ve istila karşısında tepki vermedikçe, müdahalesini şiddetlendiren etkinin vahşileşene kadar etkisini arttırması ve tecavüze varana kadar suistimale vardırmasını anımsatmıştı bana. Ve hemen akabinde İstanbul bienalinde ki sanatın üzerine çıkan marka logolarının reklamında sıkışan kapitalizmin, sanat adı altında pazarlandığı ve aradığımız değerin değersizliğini... gittikçe sıkışan enerjinin nasıl da Berlin duvarını yıktığını...
Sosyolojiyi halk yazar ve halk yaşar.
Sarayda ekolleştirilen disiplinle halka dayatılan disiplin sosyoloji değildir.’’
İşte Türk ekolü burada başlıyor ve binlerce yıl devam edip günümüze geliyor.
Türkün en büyük eserleri de en büyük krizlerden yeşermiştir. Bu anlamda özü gerek türkü gerekse eserlerinde gün be gün ortaya koymuştur. Tarihimizin zenginliğinin bin yıllara yayılmasının da nedeni budur. SANAT. Bu manada krizin son deminden çıkan sonun başlangıcındayız diye düşünüyorum.
Her dönemin sonunda haklı haklıyı, suçlu suçluyu, masum masumu bulur.
Elbet yolumuza çıkan rüzgâr her şeyi alt üst edecektir ama bizi ileri taşıyan da o rüzgârın ta kendisi olacaktır. Kadını ve erkeği ile sonsuza giden durdurulamaz ve aşılamaz en büyük eserimiz olacak diye düşünüyorum. Sanat, mizah, akıl ve tecrübe ile İleri bakmanın önemi ile bu krizden çıkarabiliriz.
Ne bildiğimizi ve bilmediğimizi bilmeli, belirlenimsel eksiklikleri tamamlamaya yürümeliyiz.
Sonra siz mi yaptınız bunu diye sorarlarsa Tıpkı Picasso’nun dediği gibi... hayır siz yaptınız deyip her çıkışın aslında varışa hizmet ettiğini söyleyebilirsiniz.
Türk Milli şuuruna yüksek Saygılarımla...
Simge ERCİYAS – Hür Düşünce Hareketi Genel Başkan Yardımcısı
Kaynak 1: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2250338
Kaynak 2: https://dergipark.org.tr/tr/pub/husbd/issue/77262/1230621