Hangi Darbeden ve Sivil Anayasa'dan söz ediyoruz?
Tartışmasız darbe anayasası deyince ilk akla gelen 1982 Anayasası oluyor. Lakin son on yıldır siyasetin malzemesi haline getirilen ve halkın hiçte arzu etmediği şu sözde sivil Anayasa arzusunu sıkıcı bulmaya başlamakla beraber sabrımızı zorladığı da aşikâr.
İkincil öncelik ise darbe derken kimin neyi darbe olarak nitelendirdiğini incelemek gerek. 1923’ü darbe olarak görenler bir yana, 1938'in 11 Kasım’ına ve 1960'ın 27 Mayıs'ına darbe diyenler diğer yana, bir de halkın 1980 olarak algıladığı darbe var. Her birinin hukuksal karşılığı elbette sebep sonuç ilişkisine bağlı olarak değerlendirilmeli.
Millet tarafından bakınca ne olduğu belli ama ismet meclisine bakınca durum netleşiyor elbette. Bazen en büyük düşman sendenmiş gibi görünenden çıkıyor ve bunu bilmek de daha derin yaralar açıyor. En net tabiri ile ikiz yasayı imzalayanların acıyan yanı gösteren taraf olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca, Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi teklif dahi edilemezken ve devamı inkılaplarla çerçeve altına alınmışken, görev ve yetkilerini anayasadan alan memurların yeni anayasa yapmak istemesi, yani Anayasaya muhalefet etmesi ve cebir ve şiddet uygulayarak baskı halinde dayatması suçtur.
Sık sık Yeni Anayasa tabiri kullanılıyor ki, böyle bir tabir toplumda Anayasa’nın tamamen değiştirileceği veya yenileneceği gibi kuşkular uyandırıyor. Bu noktada ‘’Yeni Anayasa müzakere görüşmeleri’’ dahi uygun bir tanım değil iken Yeni Anayasa yapmayı istemenin ancak yeni bir devlet kurulduğu zaman olabileceği kesindir.
Devletimiz yıkıldı da bizim haberimiz mi yok?
Yoksa sizlerin meşru olmayan siyasi varlığınızda mı arayalım bu ısrarı?
İngiliz aklı ile yazılmış Anayasa dayatmasının bazı kesimlere fırsat rüyası yarattığını kesin. Bakalım bu fırsattan istifade ne istenmekte?
Öncelikle Pkk ile normalleşme çabasında olan Meclis erkanına dayatılan ve BM tarafından fonlanarak Türkiye Cumhuriyeti’ne sözde Demokrasi adı altında sunulan düşmanlığın farkındayız. Eşitlik yasalarını saptırarak federe devletler rüyası ile önümüze koydukları, resmiyette Sevr anayasası olarak bildiğimiz ve ikiz yasalar olarak tanımladığımız, bölücü dayatmanın da farkındayız.
Şunu iyi anlamak gerekli. Eşsiz bir akılla hazırlanmış EŞİTLİKÇİ yasalarımıza karşı sözde etnik köken ayrımı yapan ve asıl amacı bölmek olan sistemin, yüz yıl önceki aklını yaşadığımızı ve buna milletimiz içinden birçok vatandaş ve siyasinin destek olduğunu bilmeliyiz.
Ne istiyorlar?
Eşitlik değil, ayrım istiyorlar. Kapsayıcı ve halkımızı topyekûn gören sistemimizde her çeşit ayrıştırmayı anayasa güvencesine alıp, ayrı ayrı değerlendirilmek istiyorlar. Anayasa toplumsal birliği yansıtmalı diyorlar ama yasalarımız zaten birlik bilincinde olmasına rağmen biz ayrımcı anayasayı birlik için istiyoruz diyorlar. Ayrı ayrı birlik bilinci!
Ne kadar harika dimi? Ayır sonra birleştir birleştirebilirsen.
O kadar samimiyetsiz bir istek ki eşitlik sosyolojisi ile yapılmış anayasamızı, kendi ülkelerinde uygulayamayacakları ve de işlerine de gelmediği için bozmak yıkmak istiyorlar. Ulus sistemi kolay lokma değil biz kolayın peşindeyizi göz göre göre talep ediyorlar.
İlgilendikleri durum olan KÜRT TÜRK İTTİFAKIna bakalım.
Başkanlık sistemine bakışları…
Nüfusun artması nedeni ile artık Merkezci yönetimin zor olmasına dayanılarak 600 vekilin 400 vekile çekilmesi ve artık Cumhuriyet senatosu ile yönetilmenin yanında Başkanlık sisteminin kalması ve Cumhuriyet senatosunun da en fazla 81 üye ile temsiliyetçi olması, büyük şehirlerde kendi kendilerini idare eden yapı kurularak büyük şehir belediyelerinin birleştirilmesi, (İstanbul iki ayrı bölge olmak üzere) 9 bölge belediye başkanlığı, 9 bölge valiliğin kurulmasını talep ediyorlar.
Anayasal sisteme genel bakışları…
Hakların ayrı ayrı vurgulanması zaruridir diyorlar lakin hedefte birlik anayasası olarak kurulan devletimizin temelleri ayrışmaya değil birleşmeye odaklıdır. Eşitlik derken bile ne kadar saptırıcı olduklarını anlamak için yeterde artar bile ama yetmemiş demek ki devam etmeye cüret etmişler. Yönetimde eşitlik isteyenler önce ayrışalım sonra ikili yönetim olarak eşitlenelim demekteler. Bu da eşitlikten bir haber olduklarının hatta liyakatsiz olduklarının kanıtıdır.
Biz Türkler olarak Hukuk ve Asırlık Devlet yapısı bilenler, bu gibi söylemleri elbette küçük hesap akıllıları olarak anarız. Halkı nasılda sapkın bir duruma getirdiklerini de gözler önüne sereriz. Ama biz yine de nezaketten ne istediklerine bakmaya devam edelim.
Anayasa başlangıç metni istekleri…
Toplumsal birlik ile çoğunluğun değil de çoğunluğun birliği ilkesi ile ilişkilendirilen (oklokrasi ile zaman zaman değişen hakimiyete de gider bu konu) tanımların güçlendirilmesi, çok kimlikli yapının kabulü ve farklılıkların nasıl bir arada yaşaması gerektiği ifadelerinin anayasal norm haline getirilmesi.
Türk’lerden sonraki birincil faktör olarak Kürtlerin ve tüm azınlık ve inançların demokratik hak gereği başlangıç metnine ayrıca konularak, toplumsal barışın ancak bu yöndeki çalışmalarla sağlanabileceğine dair istenen metin cümlesi ‘‘Türkiye Cumhuriyeti etnik, dilsel, dinsel ve kültürel farklılıklarile demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir.’’ yazılmalıymış…
Bakın laik değil demokratik ve sosyal hukuk istemişler. Bizim hukuk sistemimiz demokratik değil laik ve sosyal hukuk sistemidir…devam edelim…
‘‘Türk Kürt ve diğer halklar barış eşitlik ve adalet ilkeleri doğrultusunda bir arada yaşarlar’’ diye değiştirmeliymişiz. Laiklik yok elbette lakin kimlik ayrışmalarının özel olarak yazılmasını istemekteler. Bu şekilde Kürt kimliği ve diğer azınlıklar tanınarak ulusal birliğin farklı etnik gruplar arasında Kürtlerle beraber eşit haklar ve özgürlükler ile kurulduğu azınlıkların ve Kürtlerin kurucu siyasi haklarının da olduğu mesajı verilmeliymiş. Dilsel çeşitlilik Anayasal haklar altına alınmalıymış. Bölgesel Yerel yönetimlerin özerkliğinin de Anayasa giriş metninde yer alması gerekirmiş.
Siyasi hakları var zaten ama laik olmayan hukuk, ayrı yönetim ve ayrı inanç sistemli yaşam hakkı talep ediyorlar. Zaten iyi bir niyet olsa anayasamızın en iyi eşitlik ilkelerinde olduğunu anlarlar. Zannedersin ki monarşiyiz kral kraliçe var yönetimde ya da şehir kale sularının dışında yaşayan halklar var aramızda. Zorlandığı yerden kopar ne diyelim devam edelim.
Madde 3: Devletin bölünmez bütünlüğü ve resmi dili.
Kürt dilinin kamusal alanda kullanılması, ikinci resmi dil olarak eklenmesi hatta teşvik edilerek diğer üçüncü bir dilinde eklenebileceği vurgulanmakta. Hukuk alanında da kendi dillerinde ifade özgürlüğünü ve hakkını anayasal güvenceye alınması istenmekte. Çok dilli toplum yapısına geçişin önünü açmak ve bununla tarihi var olma hallerinin anayasal güvencesi istenmekte. ‘‘Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür ancak kültürel çeşitliliğini yansıtan dillerin eğitimde, yerel yönetimlerde ve kamusal hizmetlerde kullanılmasına imkân tanınarak, Kürtçenin ise bu dillerin en başında değerlendirilmesi ve Anayasal güvence altına alınması’’ vurgulanmakta.
Madde 10: Eşitliği tanımlayan madde.
Etnik kimliklerin açılımının tek tek yapılması ve ‘‘herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet ve siyasi düşünce, etnik köken, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeden kanun önünde eşitlenmesi, Devletin farklılıkları gözeterek ayrıksı tedbirler alması ve bu tanımlar ayrı ayrı yazılarak duruma göre haklar talep edilmesinin anayasal güvence altına alınması’’ istenmekte.
Madde 24: Din ve vicdan hürriyeti
Kürtlerin çoğunluğunun inançları ve gelenekleri göz önünde bulundurularak, ayrı tanımlar altında korunmasının genişletilmesi; Herkes din vicdan ve inanç hürriyetine sahip metni eklenerek “Devletin, hukuki yasalarda, tüm inanç gruplarının dini özgürlüklerini koruyarak alanında yaptırıma dair gerekli kolaylıkların sağlanması’’ istenmiş.
Yani dini hukuk istenmiş diyelim kısaca.
Madde 42: Eğitim dili Türkçedir.
‘‘Kürtçenin de eğitim dili olarak kabul edilmesi, eğitim ve öğretimin devletin gözetimi ve denetimi altında yapılarak Türkçenin resmi üst dil olarak kalması ama resmi makamlarda kişinin kendini en iyi ifade ettiği dilde savunması, Kürtçenin resmi eğitim kurumlarında eğitim dili olarak yer alması ve öğrencilerin talep etmesi durumunda Kürtçe ve diğer yerel dillerde eğitim imkânı sağlanması ve bunların anayasal güvence altına alınması’’ istenmekte.
Madde 66: Türk vatandaşlığının tanımını ve vatandaşlıkla ilgili temel ilkeleri bu madde belirlemektedir. Vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.
İstedikleri ‘sözde modern’ düzenleme…
Türk vatandaşının kapsayıcılığı arttırılabilir ve etnik kimliklerin Anayasada daha etkin bir şekilde temsil edilmesi, etnik kökenle sınırlı kalmayıp farklı kimlikleri de kapsayacak şekilde ayrı ayrı genişletilmeliymiş. Vatandaşlık tanımı, Türkiye’de yaşayan tüm bireyleri ayrı ayrı etnik kimlikleri yazılarak önce ayrılması sonra ayrı ayrı eşit hak verilmesi, bireylerin etnik ve kültürel kökenine/geçmişine hatta inancına göre ayrım yapılmaksızın tüm azınlıkların eşit yurttaşlık haklarının genişletilerek güvence altına alınması ve siyasi temsilinin sağlanması ile demokratik yönetim ve hukuk yapısı istenerek yine toplumsal barışın buna bağlı olduğu işlenmektedir.
Azınlıklar yok sayılsın, azınlıklar çoğunlukları da yönetebilsin ama çoğunluk olursak en yüksek hakkı alalım… lım… lım… lım.. Türk olmada ne olursan ol yine gel, Türk olmada ne olursan ol gel …. siyasal akıllı Mevlana gibi… Bu kadar demokrasi fazla gelmiş olacak ki devleti işgal etmenin yasal hakkını talep ediyorlar.
Madde 90: Uluslararası insan hakları anlaşmaları ve iç hukuktaki yeri.
İnsan hakları ve azınlık hakları bakımından, iç hukukta haklar alınırsa, bu maddeye ekleme yaparak ulusal alanda hak genişletilmesi ve dışsal koruma da talep etmekteler. Kürtlerin din, dil, kültür, eğitim ve bölgesel özerk ve yerel yönetimler alanında hakları uluslararası alanda anayasal güvence altına alınmış olması da istenmekte. Toplumsal barış için önemli olduğunu da yine eklemişler.
Yine tehdit edilerek bitirilmiş. Kırıldığı yerden kopacak belli ki…
Madde 127: Yerel Yönetimler
Kürtler adına hayati ve kritik öneme sahip olduğu betimlenmiş. ‘‘Yerel Demokrasinin güçlendirilmesi sebebi ile Kürtler ve diğer milletlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde, yerel yönetim yetkilerinin arttırılması, Kürt Bölgesel özerkliğin daha fazla güçlendirilerek, temsiliyetinin arttırılması, yerel yönetimlerin müşterek ihtiyaçların karşılaştırılmasında özerkliğe sahip olması, yerel dillerin ve kültürlerin korunması için gerekli tedbirlerin alınarak anayasal güvence altına alınması’’ istenmiş.
Gelelim Nutuk Gibi Düşün şiarımıza…
Meclis sadece, halkın refah ve huzuru için Anayasada iş yavaşlatan kanunların bertarafı ve bürokrasi yükünü azaltmak ya da ihtiyaç doğrultusunda çağa uygun madde değişikliği yapmaktır. Ancak, amaçta aşkınlık gösteren düşünce ötesi cebir ve şiddet ile baskıcı durumlar yaratarak halkın birlik durumunu bozmak olduğunda milletçe uyanık durmakta ve vatanın birliği adına, yetkinliklerimiz doğrultusunda, etkin çözümün bir parçası olmakta fayda görmekteyim.
Bu tanım karmaşasında aklıma gelen ve Türkün İstiklal Atayasası'ndan da bildiğimiz, "(…) Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!’’ söylemi, bu etkin çözümü tanımlar niteliktedir.
‘Türk Olmak’ Bilinçte olmak tanımı iken, Türk milleti olmak siyasi anayasal bir tanımdır ve amaçta birlik demektir. Bu minvalde uyulması gereken ana tema, ortak faydanın sağlanması ve ancak milli bütünlüğün korunması olmalıdır. Hedefte bir olmayanlarla yolları ayırmak elbette mümkün olan diğer haldir.
Unutulmaması gereken, Devletimizin kuruluş ilkeleri ve Atatürk devrimlerini savunmak meşru ve en yasal hakkımız olduğudur. Fulbright anlaşması ile unutturulanların toplumsal milli hafıza ile hatırlanmasını diliyorum.
Kanımızın son damlasına kadar savunacağımız huzur hakkı, vatanın bütünlüğü ve milletin birliğini koruma hakkımızdır.
Sonuç olarak, affedilir mi affedilmeli mi bilemem ama Anayasa ile her fırsatta oynama döngüsünün son bulması gerektiği de açıktır.
Umarım böyle olur!
Yüce Türk Milleti şuuruna yüksek saygılarımla;
Simge Erciyas – Hür Düşünce Hareketi Genel Başkan Yardımcısı