Vekillerin durumu ortada. Hepsi mağdur haklarını medyada arar oldular. Kendi haklarını dahi kullanamayan meclis Halkın haklarını da ancak bize yine yeniden haber vererek yapıyor. Mecliste ki konuşmalar havada kalıyor. Basında ki konuşmalar beyhude ve gereksiz gündem yaratıyor.
Bu durumu yakından bakınca; Online kanallarda, TV’lerde ve gazetelerde yazı yazan program yapan haber yapan ve hükümeti eleştiren vekillere seslenesim geliyor ve durduramıyorum zihnimde oluşan gerçekliği.
Yetkiniz mi yok gücünüz mü yokta haber kanallarında sürekli eleştiriler sunup, şikayetler edip, ülkenin çözülemeyen sorunlarını önümüze tekrar tekrar temcit pilavı gibi getirip durmaktasınız.
Bu sorunları kim çözecek?
Halk sizi sorunları çözün diye meclise getiriyor ''VEKALETEN.'' BİLMEM FARKINDA MISINIZ?
Yetkinizin gerekliliklerini mi bilmiyorsunuz yoksa halkla dalga mı geçiyorsunuz?
Sizi vekil olarak atamış bir millet var.
Dokunulmazlığınız var.
Mahkeme, soruşturma başlatma yetkiniz var.
Bizim adımıza yapmanız gerekenler bunlar değil mi?
Gazeteci gibi sorunların haberini yapmak başka, gerekeni yaptığınız haberi paylaşmak başka? Halk olarak bu sorunları biz mi çözeceğiz de sürekli çözümü halktan beklemektesiniz?
Toplumun sorunlarını çözme yetkisi kimde?
Çözün diye halk işini yapıyor ve sizleri vekil olarak atıyor. Hatta bunlara dair dernekler kuruyor, vakıflar açıyor. Ama sesleri duyulmuyor. Bu yapıların ve halkın sesini duyarak meclise kanun getirmek, yürütme erki almak, yasama maddesi eklemek, yargı belirlemek kimin işi?
Millet zaten her şeyin farkında ki zaten haberi size -bir umut- getiriyor...
Tüm vekiller ne yapıyor? Meclis ne yapıyor?
Halkın asıl sorması gereken soru bu. Ciddi anlamda soruyoruz ve cevap bekliyoruz.
Ayrıca meclis işini iyi yapsa zaten bu gibi sorunları yaşamayacağız. Bıçak kemiğe dayanmış durumda.
Ha mecliste yetkiniz etkin olmayacak hale geldi ise ya meclisi fesih edin yeni meclis kurulsun; ya da yetkinizi geri alacak çözümlerde buluşun.
Halkın size neyi nasıl yapılacağını hatırlatma zamanı mı geldi bilemiyorum ''Siz karar verin.''
Halkı çıldıracak seviye de bir zaman dilimi yaşıyoruz.
Yetki başa ya da Etki başa mı demeli?
**
Size milli vekil olmakla ilgili ders niteliğinde Atatürk'ten örnek vermek isterim:
"Milletler gam ve keder bilmemelidir. Şeflerin vazifesi, hayatı neşe ve şevkle karşılamak hususunda milletlerine yol göstermektir."
Vaktiyle kitaplar karıştırdım. Hayat hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu. “Madem ki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür esnasında neşe ve saadete yer bulunamaz!” diyorlardı. Başka kitaplar okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki: “Madem ki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız müddetçe şen ve neşeli olalım.” Ben kendi karakterim itibariyle ikinci hayat görüşünü tercih ediyorum, fakat şu kayıtlar içinde: Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdurlar. Besbelli ki o adam fert olarak yok olacaktır.
Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mesut olması için lâzım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Mâkul bir adam, ancak bu şekilde hareket edebilir. Hayatta tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir. Bir insan böyle hareket ederken, “Benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekler mi? diye bile düşünmemelidir. Hatta en mesut olanlar, hizmetlerinin bütün nesillerce meçhul kalmasını tercih edecek karakterde bulunanlardır.
Herkesin kendine göre bir zevki var: Kimi bahçe ile meşgul olmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister; bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır. Bahçesinde çiçek yetiştiren adam, çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren adam da çiçek yetiştirendeki hislerle hareket edebilmelidir. Ancak bu tarzda düşünen ve çalışan adamlardır ki, memleketlerine ve milletlerine ve bunların geleceğine faydalı olabilirler. Bir adam ki, memleketin ve milletin mutluluğunu düşünmekten ziyade kendini düşünür, o adamın kıymeti ikinci derecededir. Esas kıymeti kendine veren ve mensup olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyeti ile ayakta gören adamlar, milletlerinin mutluluğuna hizmet etmiş sayılmazlar. Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşamak ve ilerlemek imkânlarına eriştirirler. Kendi gidince ilerleme ve hareket durur zannetmek bir gaflettir.
Şimdiye kadar bahsettiğim noktalar, ayrı ayrı toplumlara aittir. Fakat, bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan, mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin mutluluğuna ne kadar kıymet veriyorsa bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki, bu yolda çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü, dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur, açıklık ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan mahrumdur. Onun için ben sevdiklerime şunu tavsiye ederim: Milletleri sevk ve idare eden adamlar, tabiî evvelâ ve evvelâ kendi milletinin varlığının ve mutluluğunun yaratıcısı olmak isterler. Fakat, aynı zamanda bütün milletler için aynı şeyi istemek lâzımdır. Bütün dünya hâdiseleri bize bunu açıktan açığa ispat eder. En uzakta zannettiğimiz bir hâdisenin bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir.
“Dünyanın filân yerinde bir rahatsızlık varsa bana ne?” dememeliyiz.
Böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla alâkadar olmalıyız. Hâdise ne kadar uzak olursa olsun bu esastan şaşmamak lâzımdır. İşte bu düşünüş, insanları, milletleri ve hükûmetleri bencillikten kurtarır. Bencillik şahsî olsun, millî olsun daima fena sayılmalıdır. O halde konuştuklarımızdan şu neticeyi çıkaracağım: Tabiî olarak kendimiz için bütün lâzım gelen şeyleri düşüneceğiz ve gereğini yapacağız. Fakat bundan sonra bütün dünya ile alâkadar olacağız. Kısa bir misal: Ben askerim. Umumî Harpte bir ordunun başında idim. Türkiye’de diğer ordular ve onların komutanları vardı. Ben yalnız kendi ordumla değil, öteki ordularla da meşgul oluyordum.
Bir gün Erzurum cephesindeki hareketlere ait bir mesele üzerinde durduğum sırada yaverim dedi ki: “Niçin size ait olmayan meselelerle de uğraşıyorsunuz?”
Cevap verdim: “Ben bütün orduların vaziyetini iyice bilmezsem, kendi ordumu nasıl sevk ve idare edeceğimi tayin edemem.” Bir devlet ve milleti idare vaziyetinde bulunanların daima göz önünde tutmaları lâzım gelen mesele budur." Mustafa Kemal Atatürk/ 1937 Kaynak: Ulus gazetesi, 20. 3. 1937
Meclis Toplu istifa etmeli mi?
Vekillerin durumu ortada. Hepsi mağdur haklarını medyada arar oldular. Kendi haklarını dahi kullanamayan meclis Halkın haklarını da ancak bize yine yeniden haber vererek yapıyor. Mecliste ki konuşmalar havada kalıyor. Basında ki konuşmalar beyhude ve gereksiz gündem yaratıyor.
Bu durumu yakından bakınca; Online kanallarda, TV’lerde ve gazetelerde yazı yazan program yapan haber yapan ve hükümeti eleştiren vekillere seslenesim geliyor ve durduramıyorum zihnimde oluşan gerçekliği.
Yetkiniz mi yok gücünüz mü yokta haber kanallarında sürekli eleştiriler sunup, şikayetler edip, ülkenin çözülemeyen sorunlarını önümüze tekrar tekrar temcit pilavı gibi getirip durmaktasınız.
Bu sorunları kim çözecek?
Halk sizi sorunları çözün diye meclise getiriyor ''VEKALETEN.'' BİLMEM FARKINDA MISINIZ?
Yetkinizin gerekliliklerini mi bilmiyorsunuz yoksa halkla dalga mı geçiyorsunuz?
Sizi vekil olarak atamış bir millet var.
Dokunulmazlığınız var.
Mahkeme, soruşturma başlatma yetkiniz var.
Bizim adımıza yapmanız gerekenler bunlar değil mi?
Gazeteci gibi sorunların haberini yapmak başka, gerekeni yaptığınız haberi paylaşmak başka? Halk olarak bu sorunları biz mi çözeceğiz de sürekli çözümü halktan beklemektesiniz?
Toplumun sorunlarını çözme yetkisi kimde?
Çözün diye halk işini yapıyor ve sizleri vekil olarak atıyor. Hatta bunlara dair dernekler kuruyor, vakıflar açıyor. Ama sesleri duyulmuyor. Bu yapıların ve halkın sesini duyarak meclise kanun getirmek, yürütme erki almak, yasama maddesi eklemek, yargı belirlemek kimin işi?
Millet zaten her şeyin farkında ki zaten haberi size -bir umut- getiriyor...
Tüm vekiller ne yapıyor? Meclis ne yapıyor?
Halkın asıl sorması gereken soru bu. Ciddi anlamda soruyoruz ve cevap bekliyoruz.
Ayrıca meclis işini iyi yapsa zaten bu gibi sorunları yaşamayacağız. Bıçak kemiğe dayanmış durumda.
Ha mecliste yetkiniz etkin olmayacak hale geldi ise ya meclisi fesih edin yeni meclis kurulsun; ya da yetkinizi geri alacak çözümlerde buluşun.
Halkın size neyi nasıl yapılacağını hatırlatma zamanı mı geldi bilemiyorum ''Siz karar verin.''
Halkı çıldıracak seviye de bir zaman dilimi yaşıyoruz.
Yetki başa ya da Etki başa mı demeli?
**
Size milli vekil olmakla ilgili ders niteliğinde Atatürk'ten örnek vermek isterim:
"Milletler gam ve keder bilmemelidir. Şeflerin vazifesi, hayatı neşe ve şevkle karşılamak hususunda milletlerine yol göstermektir."
Vaktiyle kitaplar karıştırdım. Hayat hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu. “Madem ki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür esnasında neşe ve saadete yer bulunamaz!” diyorlardı. Başka kitaplar okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki: “Madem ki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız müddetçe şen ve neşeli olalım.” Ben kendi karakterim itibariyle ikinci hayat görüşünü tercih ediyorum, fakat şu kayıtlar içinde: Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdurlar. Besbelli ki o adam fert olarak yok olacaktır.
Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mesut olması için lâzım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Mâkul bir adam, ancak bu şekilde hareket edebilir. Hayatta tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir. Bir insan böyle hareket ederken, “Benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekler mi? diye bile düşünmemelidir. Hatta en mesut olanlar, hizmetlerinin bütün nesillerce meçhul kalmasını tercih edecek karakterde bulunanlardır.
Herkesin kendine göre bir zevki var: Kimi bahçe ile meşgul olmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister; bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır. Bahçesinde çiçek yetiştiren adam, çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren adam da çiçek yetiştirendeki hislerle hareket edebilmelidir. Ancak bu tarzda düşünen ve çalışan adamlardır ki, memleketlerine ve milletlerine ve bunların geleceğine faydalı olabilirler. Bir adam ki, memleketin ve milletin mutluluğunu düşünmekten ziyade kendini düşünür, o adamın kıymeti ikinci derecededir. Esas kıymeti kendine veren ve mensup olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyeti ile ayakta gören adamlar, milletlerinin mutluluğuna hizmet etmiş sayılmazlar. Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşamak ve ilerlemek imkânlarına eriştirirler. Kendi gidince ilerleme ve hareket durur zannetmek bir gaflettir.
Şimdiye kadar bahsettiğim noktalar, ayrı ayrı toplumlara aittir. Fakat, bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan, mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin mutluluğuna ne kadar kıymet veriyorsa bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki, bu yolda çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü, dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur, açıklık ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan mahrumdur. Onun için ben sevdiklerime şunu tavsiye ederim: Milletleri sevk ve idare eden adamlar, tabiî evvelâ ve evvelâ kendi milletinin varlığının ve mutluluğunun yaratıcısı olmak isterler. Fakat, aynı zamanda bütün milletler için aynı şeyi istemek lâzımdır. Bütün dünya hâdiseleri bize bunu açıktan açığa ispat eder. En uzakta zannettiğimiz bir hâdisenin bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir.
“Dünyanın filân yerinde bir rahatsızlık varsa bana ne?” dememeliyiz.
Böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla alâkadar olmalıyız. Hâdise ne kadar uzak olursa olsun bu esastan şaşmamak lâzımdır. İşte bu düşünüş, insanları, milletleri ve hükûmetleri bencillikten kurtarır. Bencillik şahsî olsun, millî olsun daima fena sayılmalıdır. O halde konuştuklarımızdan şu neticeyi çıkaracağım: Tabiî olarak kendimiz için bütün lâzım gelen şeyleri düşüneceğiz ve gereğini yapacağız. Fakat bundan sonra bütün dünya ile alâkadar olacağız. Kısa bir misal: Ben askerim. Umumî Harpte bir ordunun başında idim. Türkiye’de diğer ordular ve onların komutanları vardı. Ben yalnız kendi ordumla değil, öteki ordularla da meşgul oluyordum.
Bir gün Erzurum cephesindeki hareketlere ait bir mesele üzerinde durduğum sırada yaverim dedi ki: “Niçin size ait olmayan meselelerle de uğraşıyorsunuz?”
Cevap verdim: “Ben bütün orduların vaziyetini iyice bilmezsem, kendi ordumu nasıl sevk ve idare edeceğimi tayin edemem.” Bir devlet ve milleti idare vaziyetinde bulunanların daima göz önünde tutmaları lâzım gelen mesele budur." Mustafa Kemal Atatürk/ 1937 Kaynak: Ulus gazetesi, 20. 3. 1937
Ekleme
Tarihi: 26 Haziran 2024 - Çarşamba
Meclis Toplu istifa etmeli mi?
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(1)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.