Konumuz kadının incel zihniyet mağduriyeti. Başlık her ne kadar naif görünse de gerçek o kadar naif değil ne yazık ki… Öncelikle tespit analizlerinden çözüme gitmek isterim.
Kadına yoksul demek, var olmayan kadın anlamı taşır. Halbuki Kadın, doğası gereği, bizatihi yüksek yaratım gücü olan, yani özü (ruhu) varlık/bolluk içinde olandır. Kadını yok-sul / yoksun bırakmak, onun bağrından kopup gelen bütün insanlığın yoksul(n)luğu demektir. Değerlerinden alıkonulan, yaratımı durdurulmuş kadın, duran insanlık, anlamına da gelecektir.
Bu durum sanıldığı gibi, sadece belli bir kesime özgü de değildir aslında. Yosunlaşan / yoksullaştırılan kadın gerçeği dünya genelinde yaşanan büyük bir sorundur.
Uluslararası birçok raporda da belirtilen verilere göre, en basit sağlık ve gıda hizmetlerinden politik ve ekonomik aktivite katılım hakkına kadar, kadınlarına erkekler kadar eşit koşullar sağlayan ülke bulunmamaktadır.
Eşit yetkinlikte hak olunan insani yaşam gereği, eşit olmayan tüm koşullar, kadınların birer insan olarak sahip olması gereken doğal ve insani yetkinliklerde eşit ulaşımını da engellemektedir. Şiddete dair katı yaptırımlar getirilmesi ve bu yaptırımlar ile toplumsal bir zihniyet değişikliğine gidilmesi elzem ve zaruridir. Olması gereken, mesleki eğitimlerden ziyade, insani eğitim olmalıdır. Hukuk yasalarının hakikate evrilmesi, medya ve İnternet üzerinde kadına yönelik cinsel obje ve şiddet içerikli aktivitelerin engellenmesine yönelik çalışmaların aciliyetle yapılması bu sürecin önemli parçasıdır.
Kadınların ilkesel değerlerde yaşam sürmesinin önündeki en büyük engel ise cinsel deneyimi için metalaşan kadın figürünün öne sürülerek cinsiyetin aşağılanmasıdır. Bu duruma karşın verilecek eğitimlerin yanında hukuki yaptırımların ağırlaştırılması ve kadına şiddetin her anlamda terör yasası kapsamına alınması önümüzdeki sürecinde konusu olmalıdır.
Daha derin bir analize geçecek olursak…
Dünyadaki tüm kadın ve çocukları tehdit eden önemli bir kesim ise incel topluluklardır. Peki bu inceller kimdir?
Kendileriyle cinsel ilişkiye girmeyi reddeden kadınları suçlayan ve kadın nefreti üzerine kurulmuş sanal bir topluluktur. Erkeğin mutlak üstünlüğü söylemiyle oluşturulmuş incel gruplarda, kadınlara tecavüzü meşru gören, suç unsuru içeren söylemler bulunmaktadır.
Kuzey Amerika'da toplamda 45 ölümle sonuçlanmış en az dört toplu katliam ya kendilerini incel olarak tanımlamış ya da özel yazılarında veya internette alakalı isimler ve yazılardan bahsetmiş erkekler tarafından işlenmiştir. Bu alanda siyasi söylemi olan iktidarların da olanı tetiklediği beyan bir durumdur. İncel toplulukları araştıran medya ve araştırmacılar, bu tipolojinin kadın düşmanı ve kadın, çocuk, pedofil, aşırı dindar, lgbt ve satan şiddetlerini özendirici olduğu, aşırılıkçı görüşleri yaydığı ve üyelerini radikalleştirdiğini göstermişlerdir. Bu gibi yapılanmaların içerikleri dini eğitimlerde ve metinlerde dahi görülmektedir.
Dini yapılanma adına Prof. Erol Güngör şöyle diyor: "İslamcılık şimdiye kadar hep Anayasal hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların amacı İslam ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı etkisiz duruma getirmektir. Bu azınlıklar, ayrılıkçı bir politika takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an, kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan geri kalmazlar. Böyle bir güce erişemedikleri müddetçe İslam davasının şampiyonu olarak görünürler."
Elbette bu düşüncenin Batılısı da aynı ilkeleri taşımaktadır. Özünde kimliksizleştirilen ümmet, ümmeti kimlikleştirecektir.
Aynı liyakatsiz açının süreci olan konuya kadın perspektifinden bakmaya devam edecek olursak, tüm dini kayıtlarda yazılıp söylenen ve savunulan kadın aşağılamasının birçok örneği mevcuttur. Batı ya da doğu fark etmeksizin, kadının alınıp satılan mal olarak görülmesi, birden çok ve hakka dayalı olmayan, zorunlu satışa ve anlaşmaya bağlı evliliklerin olması ve bunun din adı altında yapılması terör örgütlerine sebep ve niyeti meşrulaştırdığına dair güçlü izlenimlere de sebep olmaktadır.
Çözüme dair, yaşadığımız ülke ve ülkelerden bakacak olursak…
Hukuki yaptırımlar ile laik ve sosyal hukuk davası adı taşıyan yasalarımız, elbette en makul olandır. Keza, kadına dair gerek dünya bakış açısının gerekse dini öğretilerin yaptırımlarına karşı Anayasal Hukuk sistemimizin birebir uygulanması şarttır. Bölgesel ve merkez hâkim ve savcıların, hatta savunma avukatlarının liyakatleri sorgulanmalı, duruma farklı cezalar uygulanılması ve talep edilmesi özellikle bu konuda re’sen karar vermelerinin engellenmesi ve hafifletilmiş nedenler öne sürülerek küçük yaş suçlarının da serbestlik alması durdurulmalı. Hatta durumun daha da ağır şartlara evrilmesinin işlemleri başlatılmalıdır.
Bu gibi durumların yaşanmaması adına Türk Hukuk Sistemi gerekli tüm anayasal ve sosyal eğitim tedbirlerini almasına rağmen, bugün kuruluş değerlerimizin mantığı işletilmemekte, hatta bilinçli olarak durdurulmaktadır.
Anayasal suçlar bir yana, göç unsurlarının durumu daha vahim hale getirmesi, önü alınamayacak sonuçlara doğru gideceğimizin de garantisidir.
Mevcut olan akademik çalışmalar, göç nedenleri, süreç esnasındaki yaşam deneyimleri ve göçün etkileri, göç edenlerin tutumları ve tepkileri açısından kadınlar ve erkekler arasında önemli farklılıklar olduğunu göstermektedir. Bu farklılıkların temelinde kadın-erkek arasındaki aile içi iş bölümü ve buna paralel olarak gelenekler ve görenekler tarafından tanımlanan toplumsal kadın-erkek rolleri yatmaktadır. Bu durum vatandaşlarımız ve dünya vatandaşları arasında da etkin ayrımlara neden olmaktadır.
Bütün bu gerçekliklerin ışığında, göç eden suç örgütlerine bağlı ya da o eğilimlerden gelen kimselerin sosyal hayata olumsuz katılımları, bireyselde dahi çete halinde organize olmaları ya da örgütsel hareket ediyor olmalarının görünür olmasına rağmen gerekli tedbirleri almaması, olanı desteklemekten başka nedir?
Bu konuda her yönetim ve iktidar kendi suçunun da hesabını vermeli ve bu vahşet karşısında eylemsiz kalan her hukuki yapı ve hukuk dışı yapıya gerekli hesap milletçe sorulmalıdır.
En nihayetinde, erkek eğitiminin olmamasına ve erkeğin kutsallaştırılmasına dayanan din, medrese, örgüt gibi yapıların kadın ve çocuk mağduriyetinde yaşattığı gerçek, tüm ayıp ve günahı kadına yükleyen ve erkek kusursuz olmalı aklı ile binlerce yıldır insanlığı tarikat dinleri ve din devletleri şeriat ile maniple edenlerin şiddeti, hakikate açılan savaşın eseridir. Onlar, erkekleri kendi çıkarları için kitle olarak kullanmış ve postlarına malzeme yapmışlardır. Erkeklerin ise bir an önce bu manipülasyondan çıkması gerekmektedir.
Bir başka önemli bakış açısını eklemekte, konunun derinliği açısından ve küresel bakışa örnek teşkil etmesi anlamında, faydalı olacaktır.
Kadından doğmuş olmayı dahi hazmedemeyenler, kadının doğum gerçeğini yok etmek için bilimi var gücü ile çalıştırmaktadırlar. Kısırlaştırma, klon bebek, yok hükmünde kadın hakları, bilinçli ve müdahale edilmeyen yasalar, -mış gibi yapılan aşağılayıcı haklar ve namus yalanına bağlanan katliamlar…
Bunların hepsi aynı nefretin ürünüdür. Hatta ve hatta kadının varlığına açılan savaş, insanlığı cinsiyetsizleştirme savaşına dahi vardırmıştır. Bu savaş ‘Âdem ile Havva’ denen hikâye ile yaşam bulmuş ve sonuna kadar gitmeye heves edilmiş bir hadsizliktir. Buna tüm dünya eşlik etmekte ve herkes suça ortak olmaktadır.
Yani olayların sistemin tamamına nüfus etmiş olması ‘‘incel bireylerin incel manada devlet yarattığı’’ anlamına ulaşmıştır. Bu savaş kazanılacak bir savaş değildir. Hakikatin hükmü ağır olur ve olacaktır.
Bu konuya elbette kendi ülke sınırlarımızdan ve ilkelerimizden bakmak daha yakın ve hızlı çözümlere ulaşmak adına önemli olacaktır.
Bilinmeli ki Türk kadını bu savaşın mutlak temsilcisi, Türk erkeği ise koruyucusudur. Dünyaya örnek olacak nice kültür geçmişine sahiptir ve bu konudaki öncülüğü Ata ödevidir ve bu ödevi şu sözlerle hatırlamak hepimiz için iyi olacaktır.
Atatürk Diyor ki…
"Türk kadını ruhunu bilmeyen yüzeysel bakış açısı ile kadınlarımıza bazı tanımlarda bulunmaktadırlar. Kadınlarımızın hayatta edilgen yaşadıklarını, ilim ile, irfan ile münasebetleri bulunmadığını, hayatı medeniye ve sosyal hayat ile alakadar olmadıklarını, kadınlarımızın her şeyden mahrum kaldıklarını; onların Türk erkekleri tarafından hayattan, Dünyadan, insanlıktan uzak tutulduğunu söyleyenler vardır. Fakat hakikati hâl böyle midir? Şüphesiz ki Türk kadınını şu suretle görmek, Türk kadınını görmemektir. Gayri Türklerin ve bizi düşman nazarıyla görenlerden tarif ve tasvir ettikleri kadınlar, bu vatanın asil kadını, Anadolu’nun asil Türk kadını değildir. Öyle kadınlar bizim kadınımızı yanlış görüp yanlış anlatanlar, bilhassa büyük şehirlerimizde, ileri, medeni zannedilen yerlerde, bazı hanımlara dışarıdan bakarak aldanıyorlar. O kadınların, gerçeğin dışında aleyhimizdeki bakış açılarına müsait bir zemin olarak alıyorlar. Milletin onların fıtratından çıkardıkları manayı bütün Türk kadınlığına dahil ediyorlar. İşte ilk yapılacak olan, bu yanlışı doğru ile ilan edilecek hakikati burada görmektir. (...) Bu manzara memleketimizin en büyük şehri olan, asırlarca devletin payitahtı ve hükümeti bulunan İstanbul’da tesadüf ediliyor. Düşmanlarımız kentlerden hükümler veriyor."
Bu yüzyılda eşit ilerlemeyi ve kadının ruhsal yaratım gücünü reddeden siyasi erkler, Ankara’nın küresel yapıya müdahale edemediği zayıf meclis, hukuk ve iktidar yapısı bilmelidir ki “Kadına şiddet, Vatana ihanet ve insan onuruna açılmış savaştır.’’
Türk Kadını, yüksek erdem ile taç edilmiş ve üstün meziyetlidir. Şaka bilmez bir savaşçıdır.
Türk Kadına düşen ödev, ilkelerle kadın olmak ve dünyada kadının yaratım gücünü hatırlamak, sonrasında tüm dünya kadınlarını uyarmak ve uyandırmaktır.
Simge ERCİYAS Hür Düşünce Hareketi Genel Başkan yardımcısı
https://tr.euronews.com/2018/04/26/kad-n-dusmanlar-n-n-olusturdugu-incel-topluluklar-kim-