Günümüz gerçeğinde sorgulanır olan milli unsurların ve neye hizmet ettiği belli olmayan eylemlerin, milli politika adı altına saklanılarak yapıldığına inandırılmayı biraz irdeleyelim.
Dönem ne olursa olsun, şahıslar, hasbelkader ya da haksız kazanımlarla başa gelmiş olsalar dahi aklımızdan çıkarmamamız gereken ‘‘hatta ezber’’ etmemiz gereken tek eylem; Gayri Milli unsurların Milli Hareketlermiş gibi pazarlanmasına ve eylem olarak sunulmasına karşı, yasal ve hak olan tek Milli eylem Mustafa Kemal ATATÜRK yolundan gitmek ve Anayasamızı savunmak olduğunu öncelikle anlamalıyız. Yani tek garantimiz ve açık ezber bu olmalıdır.
Neden mi?
Çünkü yasal olan bu.
Peki bu yasa değişir mi?
Hayır kardeşim değişmez.
Peki değiştirilebilir mi?
Hayır kardeşim. Değiştirilemez.
Seksen beş milyon vatandaş değişsin dese de değişmez.
Tüm meclis değişsin dese de değişmez.
Değişmesi için Türkiye Cumhuriyetinin savaş ile yıkılıp yerine resmi devlet kurduk adı….bu demeleri gerek ve de Tüm dünyanın bu devleti tanıması gerek.
Yani 3. Dünya savaşı demek ve elbette Türkiye yine Tüm Türk devletlerile birlikte savunma hattına geçer. Çünkü askerin asker sıfatı bu yasaya bağlı. Çünkü emri verecek siyasinin siyasi sıfatı da bu yasaya bağlı. Devlet yoksa vasıfta yok demektir ki….1980 anayasası dahi tanınmasa şu anki tüm kurumsal kimlikler yok sayılacaktır…..Diyelim ki kıt akıllı biri buna kalkıştı olmaz da oldu varsayalım. Arayı başka devletler doldurmakta geç kalmazlar. Yani Dünyada tek barış anlaşması olan Lozan yıkılmış olur ki..bunun sonuçlarını tahmin etmek zor değil. Kısacası Anayasayı değiştirmek kimsenin işine gelmez.
Konumuza tekrar geri dönecek olursak. Tek ezber Türk olmak dedik...Ve bu eylemi yapacak tek unsur ise Halk iradesidir diyebiliriz. Bunun için ne din ne de etnik kimliğe gerek te yoktur. Anayasaya göre ‘‘tek amaçta birleşmek’’ yeterli tanımdır.
Peki halk neden tek amaçta buluşamıyor?
Çünkü halkın önüne, partiler kanalile sunulan taraflı eylemler, etnik unsurların ülke genelinde siyasallaşması ve bu etnik kökenlerin ayrılıkçı tavır ile meclisimizde siyasal erk olmaları, 1940/1950 arası Türk olmayan azınlıklara verilen Türk isimleri ve 1980 sonrasından günümüze kadar yani tam 44 yıldır sığınmacı adı altında vatana giriş yapanlara vatandaşlık verilerek sonrasında seçme ve seçilme hakkı tanınması ile oklokrasi oluşması, bu şahısların dernek/vakıf ve siyasi parti tüzüklerine aykırı politika üretmeleri, liyakatsizce sahiplenilmiş ‘‘görece’’ milli unsurların samimiyetsizliği… yani ‘‘durumdan da anlaşıldığı üzere’’ hiçbir şart ve koşulda kuruluş fikrine uygun düşmeyen birçok unsur, demokrasi adı altında, emperyal bir çığırtkanlık ile tek amaç olması gereken milli iradeyi çok amaçlı azınlık haklarına dönüştürdü.
Her kesim bu milli kazanımları kendi çıkarlarına çevirmek ve ülkesel kazanımları ile birlikte, Dünya nimetlerine kadar en büyük payı almak istedi. Halbuki Türkiye’nin elmas gibi beyinleri, çalışkan çocukları geleceğin efendileri olarak yepyeni bir ufka bakıyordu. Onlar ise sadece ve sadece sömürücü ya da ganimetçi gericilerdi.
O gericiler ki; 85 yıldır yapılan tüm eylemlerile bugüne kadar gelinen sonuçlarında, hatalı, kusurlu ve de kurucu değerlerden uzak, partiler yasasına yenik düşmüş propagandalarla Türk halkının fakirleşmesine, Dünya ile olan bağının kopmasına ve ilerici inkılapların durdurulmasına sebep olduğu gibi güncel durumumuzda, Türk halkını hazırlıklı olmadığı çevre savaşlarının, eşiğine kadar getirmiştir.
Bugün, meclis çalışmaları ne iç politikada ne de dış politikada etkin ve başarılı değildir. Halkı rahatsız eden birçok gerici politikanın, siyasi kavgaların, eğitimden ve bilgiden uzak mutlak biat koduna dayalı kurum kadrolarının olması, Türk halkının gerek ekonomik gerekse karar verme özgürlüğünün elinden alınarak, olası ülke tehditleri karşısında hareket edememe gibi düşüncelerin doğmasına sebep olmuştur. Halkın eli kolu bağlanmış ve bir nevi Serv politikası uygulanıyormuş izlenimi doğmuştur.
Halk istediği hiçbir koşula ulaşamaz, sorduğu sorulara yanıt bulamaz bir durumdadır.
Kurum kadrolarının hizmet etmeye başladığı andan itibaren, hizmet erki alan kadronun zenginlik seviyelerinin artması, ülke edinimlerinin göz göre göre yurt dışına yapılan -görece milli yatırımlar- ile kaçırılması, ülkemizde yapılan ama ülkemizin kullanamadığı yatırımların tamamı…kanıtlanabilir haksız sonuçlar doğurmasına rağmen, hukuki hiçbir eylemin gerçekleştirilmemiş olması, meclise ve tüm siyasilere olan güveni bitirmiştir.
Bir nevi yozlaşma unsurlarının oluştuğu izlenimleri yoğunlaşmıştır.
Halkın hak ettiği itibar, vatanında zenginlik ve yasal koşullarda huzurla yaşaması gibi Anayasal erdemler halkın elinden alınmış görünmektedir.
Kurucu Anayasamızın, kişisel ve ya azınlık koşullarının özel isteklerine uydurulmaya çalışılması, halkın ısrarla kabul etmediği iklim yasasının geçirilmeye çalışılması, hayvan haklarının göz ardı edilmesi, doğa katliamları, halka dayatılan sığınmacı politikası, başarısız ekonomik tedbirler, sosyal devlet aklı yerine getirilen sadaka devlet anlayışı, aile koruma yasalarının hukuki yaptırımlarının güçsüzleşmesi, belediyelerin yasaya uygun olmayan koşullarda hizmet vermesi, seçim kanunlarında oluşan güvensizlik, seçilmişlerin halkın hak etmediği sıfatlarla halka seslenmesi, seçim propagandalarının seçim sonrası unutularak halkla dalga geçercesine ‘‘büyük bir cesaret ve birebir zıt eylemlerle’’ halka sunuluyor olması ve halkı küçümseyen kurum çalışanlarının varlığı, teröre hizmet veren unsurların mecliste eylem halinde olması, tarikat tabanlı yaptırımların kurumları ele geçirmesi, taraflı edinimler ile ihalelerin yandaş firmalarla elden ele geçmesi, siyasilerin akran/akraba devirleri, yandaş olanların memuriyet hakkı almış olmaları, kurum içinde olan yetki karmaşası, akraba ve tanıdıklar ile yapılan yönetim şeklinin ülkeyi sürekli geriye götürmesi, liyakatin azlığı ve tarafgirliğin fazlalığı gibi daha birçok unsurun varlığı, meşru yönetim olgusunu ‘‘seksen beş yıldır’’ sorgulatmaktadır.
Fazla tevazu limitini aşmıştır.
Hal bu iken, halkın yapması gereken açık ve nettir.
Meclise ve partilere milliyetçiliğin ne olduğunu hatırlatmak ve konunun ehemmiyetini vurgulamak yine halkın iradesinde olacak olan en son eylemdir.
Günümüzde Milli olma karakteri Atatürk ve arkadaşları ile kesinleşmiş bir idraktir.
Bu idrakin halkta ki tanımı ise; ülke dışı eylemelerde Lozan’a bağlı kalmak, ne olursa olsun yasal olmak, sadece vatana yararı olan eylemlerde bulunmak, bilime karşı liyakatli olmak, halkı inkılap değerlerinde eğitmiş olmak, halkın yanında haksızlığın karşısında olmak ve vatan için canını veren asker doğan olmak gibi tanınmış ve kabul edilmiş bir idrak gerçekliğidir.
Halk mevcut durumda ‘‘kendilerine ve eylemlerine’’ milliyetçi tanımı yapılmasını sadece eylemlerin liyakatli yararına bakarak yapmaktadır. Bu kıstası ise Anayasa, İnkılaplar ve ulus olma iradesindeki iç ve dış politikanın vatana yarar sağladığı refaha, huzura ve istikbale uzanan esnekliğine bakarak milli olma zenginliği yaşamaktadır. Başka bir tanımda fırsat aranmamalıdır.
Konu her ne olursa olsun, siyasetin halk gözünde ki başarı tanımı, anayasanın gözetiminde değerlendirilmektedir. Kişiler ve kurum yetkileri – yetkinlik ve liyakat- karmaşası yarattığından ve olası hukuki yaptırımların ise yerine getirilmemesi, halkın iradesinin elinden alındığı gerçeğini son aşamaya getirmiştir.
Ülkede gelinen durum kontrolün kaybedildiğini düşündürmektedir.
Devlet erki nazarında yapılması gereken açık ve nettir. Milli politika çıkarlarımız derhal üst seviyeye çıkarılmalı ve ne pahasına olursa olsun tüm tehdit unsurları ortadan kaldırılmalıdır.
Bu durum halkın vatanında onur ve gururla yaşama hakkıdır ve bu hak kutsal iradenin kanla alınmış eseridir.
Halkın gözbebeğinden nameler okudunuz.