“De ki: “Ben de sizin gibi bir insanım” [Kehf sûresi (18), 110].
Peygamberlikten İmparatorluğa, Krallıktan Başkanlığa, Valilikten Kaymakamlığa, Rektörlükten Dekanlığa özellikle üst düzey makamda bulunanların karşı karşıya kaldıkları önemli bir risk kendilerinin insan olduklarını unutmaları, insanüstü donanıma sahip insanüstü varlıklar oldukları sanrısına kapılmalarıdır. Bu durum yeni bir durum değildir. Bu riskin farkında olan yüksek konumlu insanlar bazı tedbirler almıştır.
161-180 yılları arasında Roma imparatoru ve Stoacı bir filozof olan Marcus Aurelius Antoninus Roma Meydanı'nda yürürken arkasında görevli bir köle İmparatora “Respice post te! Hominem te esse memento!” (Arkana bak! Sadece bir insansın, hatırla) dermiş.
Buna rağmen bir gerçek vardır ki belki ihtiyaçtan belki de gelenekten kaynaklı olarak örtülü de olsa insan yapısı dalkavukluktan ve dalkavuklardan bir türlü vazgeçmemiştir. Peki öyle ise insana insan olduğunu unutturan dalkavukluk nedir?
Dalkavuk, saraylarda devlet büyüklerini veya yöneticileri nükteli sözlerle eğlendiren kimse olarak bilinmektedir. Bir insanın kendisinden daha güçlü birisinin gücünden istifade etmek için ona yanaşma, kendini sevdirme yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Öküzün yalakası kasabın bıçağını yalarmış cümlesinde olduğu gibi dalkavukluğun bir sınırı yoktur. Her sahtekârlığı, her ikiyüzlülüğü, her aldatmacayı içine almaktadır. Genel ifade ile dalkavuklar kendilerine fayda sağlayacak durumda olan yöneticilere eğlendirerek yaltaklanırlar veya yalakalık yaparlar. Asıl amaçları geçimlerini sağlamaktır. Liyakat, ehliyet, emek ve onur sahibi olan, şakşakçılığa tenezzül etmeyen insanlardan dalkavuk olmaz.
Dalkavukluğun Tarihçesi
Kelime kökü olarak sallamak, çırpmak anlamına gelen dal, dala veya dalla fiilinden türetilmiştir. Kavuk sallayana dalkavuk, eli kılıçlı, kılıç sallayana dalkılıç ve elinde silah tutan savaşa hazır askere dalyarak denilirdi. Ancak 17. yüzyıldan sonra dal sözcüğü çıplak, soyunuk anlamında kullanılmaya başlandı. Üstüne sarık sarılmayan fese dalfes dendiği gibi üzerinde sarık bulunmayan kavuğa da dalkavuk denilirdi. Külahının üzerine herhangi bir şey sarmayan, yalın külah giyenlere dalkülah adı verilirdi. Aynı şekilde yalın ayak olana daltaban, üzerinde dondan başka bir şey giymeden ortada dolaşana da daldaşak denilirdi. O dönemde, kişinin külah ya da kavuk giymesi, onun mesleği hakkında bilgi vermekteydi. Ayak takımı, esnaf ve askerler külah giyerken, memurlar ve tüccarlar kavuk giymekteydi. Memur ve tüccarlar kavuğu, daima üzerine bir şeyler sararak giyerlerdi. Ancak, dalkavuklar toplum içinde kolayca tanınabilmeleri için sargısız kavuk yani çıplak kavuk giymek durumunda idiler. Bu nedenle onlar dalkavuk olarak adlandırıldı.
Genel olarak efendisinin her sözüne evet efendim, tabii efendim, haklısınız efendim, ne güzel bir karar verdiniz efendim gibi ifadelerle iltifat edenlere dalkavuk, yaptıkları bu işe de dalkavukluk denmektedir. Ancak, Osmanlı sarayında soytarı, maskara, karavaş, dalkavuk adıyla anılan kişilerin işi söz ve davranışlarıyla devlet işlerinden yorulan padişahı güldürmek, memnun ve mutlu etmekti. Dalkavukluğun bir meslek olarak yapılmasından bahisle tarihçi Reşat Ekrem Koçu (1905-1975) Tarihimizde Garip Vakalar (1971) adlı kitabın Dalkavuklar bölümünde, dalkavukluğun artık bir iş, meslek olmaktan çıksa bile, Tanzimat’tan önceki dönmede dalkavukların kâhyaları, nizamnameleri ve narhları olan bir esnaf zümresi olduğunu bildirmektedir. Koçu devamında şöyle demektedir:
“Dilimizde bugün mecazi manada bir tiynet, ruh haletini belirten isim olarak kullanıyoruz; kendi çıkarı, menfaati için bir zengine, veya devlet kapusunda yüksek mevki sahibine yardakçılıkta bulunan adam, uşaktan aşağı ve hatta şerefsiz, haysiyetsiz köleden zelil bir tiptir; bütün insani meziyet ve faziletlerden soyunmuş dalkavuk, bugünkü anlamda hacı yatmaz gibidir; para kaynağı yahut timsalin önünde eğilir, el, etek, ayak öper, ama her zaman menfaatini sağlar, maddi sıkıntı çekmemek anlamında ayakta durur; ayağını öptüğü kimse imkan ve kudretini kaybedince de hemen yeni efendilerinin huzurunda zilletle eğilir ve asla tereddüt etmeyerek düşen efendisinin aleyhinde bulunur.”
Aynı kaynakta verilen bilgiye göre dalkavukluk narhı da varmış:
Dalkavuğun burnuna fiske vurma (fiske başına): 20 para.
Başına kabak vurma, bir seferine: 20 para.
Yüzüne tokat atma, tokat başına: 30 para.
Oturduğu minderden ve seden aşağı yuvarlama, latife başına: 30 para.
Yüzüne mürekkep veya kömür sürme: 37 para.
Ellerini ve ayaklarını domuztopu bağlama: 40 para.
Bir salkım üzümün sapı ile beraber yedirilmesi: 40 para.
Kafasına yumruk indirme, yumruk başına: 40 para.
Çıplak başını tokatlama, tokat başına: 45 para.
Elinde beş on kıl kalmak ve dişlerini leylek gibi çatırdatmak şartı ile sakal zelzelesine, sakal boyamasına: 60 para.
Sakalın yarısı veya cümlesi arpa boyunca kırkılırsa, latifeyi yapan dalkavuğun üç aylık nafakasını verir, bu nafaka ayda 30 kuruştan 90 kuruştur.
Eyerinin bir tarafında özengi bulunmayan haşarıca bir ata bindirilip temaşası hoşa giderse: 300 para.
Kuyruğu dışarıda kalmak üzere bir fındık sıçanını ağzının içine kapatma: 400 para.
Bostan dolabına bağlanarak su içinde bir müddet durdurulmak şartı ile bostan kuyusu içine bir devrine: 600 para. Bu latifede birden fazla her devir için ayrıca 100 para. Bu latifede dalkavuk boğulup ölürse cenazesinin masrafı latifeyi yapana aittir.
Dalkavukluk Örnekleri
İnsanlık tarihi boyunca var olan ve olumsuz bir kişilik özelliği olan dalkavukluk veya yalakalığın kökeni olarak, yaptığı reformlarla Atina demokrasisinin temelini attığı kabul edilen Atinalı devlet adamı Solon (MÖ 640-559) tarafından getirilen bir uygulama gösterilmektedir. Solon, bu uygulamada yasa çiğneyenleri ihbar eden vatandaşları ödüllendirmeye başladı. Sonuç olarak vatandaşların bir kısmı muhbirlik yapmak için devlete yanaştı. Böylece hukuki yalakalık ve yağcılık başlamış oldu.
Milattan sonra 37-41 yılları arasında Roma imparatoru olan Caligula (Julius Caesar) saltanatının başlarında bir hastalık sırasında, halktan biri, imparator iyileşirse kendi hayatını vereceğine ant içti. Adam, bu teklifle imparatora olan derin sadakatini göstermek ve bunun karşılığında büyük bir ödül almak istiyordu. Bu nedenle yeminini herkesin önünde yaptı. Ancak, imparator Caligula iyileşti ve dalkavuğun uyguladığı taktik tutmadı. İmparator Caligula iyileşip ayağa kalktıktan sonra adamın sözünü yerine getirdi ve adamın infaz edilmesini emretti.
İngiliz şair ve oyun yazarı olan W. Shakespeare (1564-1616) tarafından yazılan Hamlet adlı oyunda, Claudius'un en güvendiği kişilerden biri, başmabeyinci olan Polonius oyunun 3. Perdesinde Hamlet ile arasında geçen konuşmada tam bir dalkavukluk örneği sergilemektedir.
HAMLET- Perde III
POLONIUS: Lord'um, Kraliçe sizinle konuşmak istiyor, hem de derhal.
HAMLET: Şu buluta bak, deveye benzemiyor mu biraz?
POLONIUS: Vay canına, tıpkı deve gerçekten!
HAMLET: Bence sansara benziyor.
POLONIUS: Evet, sırtı, sansar sırtı.
HAMLET: Yoksa balina mı?
POLONIUS: Çok benziyor balinaya.
Dalkavukluk ile İlgili Sözler
Yağcılık, her türlü sosyal ilişkinin merhemidir (Neyzen Tevfik).
İktidar dalkavukluktan hazzetmeye başladığı zaman, şeref daima ayaklar altında ezilmiştir (Shakespeare).
Her dalkavuk, kendisini dinleyenin yardımıyla geçinir (R. Halid Karay).
Haksız sözleri tasdik eden, dalkavuk ve iki yüzlüdür (İmam Şafiî).
Evcil hayvanların en vahşisi, dalkavuklardır (Pittacus).
Eğer düşmanlarınızı gülünç gösterip mahvetmek isterseniz, etrafını dalkavuklarla doldurun (Edmound Jaloux).
Dalkavuktan sakınınız, çünkü o insanı boş kaşıkla besler (Casisno de Gregrio).
Dalkavukluk, devlet adamlarının çevresini sarmış bir çemberdir (Montesquieu).
Sorun Nedir?
Sonuç olarak dalkavukluk günümüzde artık bir meslek olarak görülmez. Tam tersine ahlaki değerlere aykırı bir tutum ve davranış olarak görüldüğü için olumsuz bir kişilik özelliği olarak algılanmaktadır. Yağcı, yalaka, yağdanlık, yalpak, yaltak, yaltakçı, kemik yalayıcı, çanak yalayıcı gibi terimler toplumda dalkavukların çokluğuna işaret etmesi yanında dalkavukluk yöntemlerini de göstermektedir. Dalkavukluk ve eş kullanımları görünürde meşru, istenilen ve beğenilen kişilik özellikleri olarak görülmemesine rağmen çıkarcılığın hâkim olduğu sosyal ve kültürel bir yapı içinde meşru ve hatta gerekli olarak görülmektedir. Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek gerektiği hemen hemen tüm toplum katmanlarında sürekli vurgulanır hale gelmiştir.
Dalkavukluğun bir meslek olarak anılmaması dalkavukluğun gerçek hayatta artık geçerli olmaması anlamına gelmemektedir. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde yağcı, yalaka, yağdanlık, yalpak, yaltak, yaltakçı, kemik yalayıcı, çanak yalayıcı gibi isimlendirmelerin hepsi dalkavukluk ile aynı anlamda kullanılmaktadır. Eski zamanlardaki gibi gücü temsil eden kral, sultan veya hükümdar olmasa da onları temsil eden kurumlar var ve bu kurumlarda görev yapan yöneticiler bağlı bulundukları üst yönetimi ve gücü temsil etmektedirler. Yerel olarak baktığımızda valiler, kaymakamlar, belediye başkanları, müdürler, rektörler, dekanlar veya benzer yöneticiler devleti ve gücünü temsil etmektedirler.
Özellikle dalkavukları sahiplenen ve yalakalıktan haz duyan makam sahiplerinin Kuran ayetinde komumu Peygamber olan birine “De ki: “Ben de sizin gibi bir insanım” [Kehf sûresi (18), 110] uyarısını dikkate almaları gerekir. Vahiy inancı yoksa Roma imparatoru Marcus gibi kendisine “Sen Sadece Bir İnsansın!” hatırlatmasını yapacak bir görevli ihdas etmelidir!