Sınır güvenliği kavramı, yeni bir kavram olmamakla birlikte geçmişe kıyasla daha farklı unsurları da içine alacak şekilde genişlemiştir. Kavram, ilk olarak Roma İmparatorluğu döneminde gündeme gelmiş, Orta Çağ’da krallar ve monarşiler döneminde köle ve tüccar hareketleri ile devam etmiş ve Afrika’dan dünyanın farklı ülkelerine köle işçilerin yayılmasıyla önemini daha da artırmıştır.
Batı’da, Vestfalya Barış Antlaşması ile birlikte ulus devlet yapılarının doğuşu ve 1815 Viyana Kongresi ile Napolyon sonrası dönem için sınırların belirlenmesi sınır güvenliği kavramının tarihi arka planını oluşturmuştur. Bunun yanı sıra Batı yazınında, tarihsel olarak bölgeselleşme, “sınıraşırılaşma”, “uluslararasılaşma” veya “küreselleşme” olarak tanımlanan kavramlar da girmiştir. Ancak bahsi geçen bu kavramların, esasında ulusal sınırların önemini yitirdiği ve bir sınırsızlık durumunun ortaya çıktığı bir durumu ifade ederken devletler açısından toplumlar arasında köprüler mi kurulması gerektiği, yoksa sınırlar şeklinde engeller mi oluşturulması gerektiği şeklinde bir güvenlik tartışmasını da beraberinde getirmiştir.
Yukarıdaki kavramlarda ülkeleri, eyaletleri, illeri, ilçeleri hatta büyük şehirleri ayıran yapay sınırlardan söz edilmektedir. Buradaki temel amaç insanların farklı gruplar tarafından yönetilen siyasi birimleri birbirinden ayırmak istemesidir ve insanlar tarafından oluşturulmuş bu tür yapay sınırlar zamanla savaşlarla, uluslararası anlaşmalarla ve ticari gelişmeler neticesinde değişiklik gösterebilmektedir. Sınır güvenliğinin nasıl oluşturulması gerektiği konusu ise, oluşturulacak sınır güvenliği stratejisinin coğrafi ve politik unsurları, yukarıda da bahsedilen tarihsel arka planı ve günümüzde sürekli bir değişim ve gelişim içinde olan tehdit unsurlarını hesaba katan bir strateji olması gerekmektedir. Sınır güvenliği kavramını, uluslararası sistem, devlet, toplum ve birey şeklindeki ele alınarak analiz seviyelerine ayırabiliriz.
Uluslararası Sistem İçinde Sınır Güvenliği Kavramı
Öncelikle uluslararası sistem seviyesinde sınır güvenliği konusunun “BM Terörizmle Mücadele Ofisi”, “Uluslararası Göç Örgütü”, “Dünya Gümrük Örgütü”, “INTERPOL”, “AGİT”, “AB”, “NATO” ve benzeri uluslararası örgütlerce kısıtlı şekilde ele alındığı görülmektedir. Öte yandan, uluslararası sistem seviyesinde sınır güvenliğine doğrudan odaklanan ve bu konuda çözüm üreten tek bir ortak kabul edilmiş ciddi bir uluslararası örgüt de bulunmamaktadır.
Devlet seviyesinde konu ele alındığında ise devletlerin farklılaşan güvenlik algılarına göre sınır güvenlik anlayışlarını oluşturdukları görülmektedir. Bunun geliştirilmesinde ve uygulanmasında devletlerin küresel ve bölgesel dış politikaları, yasal altyapıları, bu alana ayırabilecekleri bütçelerinin büyüklüğü, hangi kurumların bu alanda yetkiye sahip olacağının kararlaştırılması ve başarısız devletlere (failed states) komşu olup olmadıkları gibi faktörler etki etmektedir. Bu noktada dış kaynaklı olarak karşılaşılan güçlükler ise; komşu ülkelerde iç savaş ve istikrarsızlık gibi durumların varlığı, komşu ülkenin kapasitesi ve güvenlik politikası, terörizme sağlanan dış destek ile sınır güvenliği ve yönetimindeki zayıflıklar sayılabilir.
Terör örgütleri ile organize suç örgütleri/mafya arasındaki simbiyotik ilişki veya bir diğer ifadeyle bu yapıların farklı ideolojik yapılarda da olsa ortak hedefler/amaçlar doğrultusunda birbirini beslemesi durumu da sınır birimlerinde görev yapan personelin işini zorlaştıran ciddi bir etkendir. Özellikle bu tür suç ilişkisine bölge halkının ve feodal yapıların özellikle maddi çıkarları gözeterek dâhil olmasıyla hem güvenlik güçleri için hem de ülke sınır güvenliği ile mücadelede ortaya daha da zor durumlar çıkmaktadır.
Sınır güvenliği anlayışı, devletlerin kendi ihtiyaçlarına, içinde bulundukları duruma ve önceliklerine göre farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Ülkemiz için sınır güvenliği anlayışı; sınırlardan yasa dışı giriş ve çıkışların önlenmesi amacıyla üçüncü ülkelerle alınan tedbirleri, komşu ülkelerle gerçekleştirilen sınır iş birliği faaliyetlerini, sınır hattında ve ülke içinde alınan önlemleri, sınır kontrolü ve sınır gözetimini, kolluk birimleri ile iş birliği içinde sınırları aşan mücadele faaliyetlerini kapsamaktadır.
Türkiye’de sınır güvenliğinden sorumlu olarak 27 kanun ve yönetmelikle yetkilendirilen 25 farklı kurum ve kuruluş vardır. 2016 yılında çıkarılan Sınır Yönetimi Alanında Kurumlar arası İş birliği ve Koordinasyon Hakkında Yönetmelik’i ile de kurumlar arası iş birliği konusu bu koordinasyondan sorumlu olarak İller İdaresi Genel Müdürlüğü gösterilmektedir. Sınır güvenliğimizden sorumlu 27 kanun/yönetmelikle birlikte 25 farklı kurum/kuruluş ve kurumlar arası iş birliğini de hesaba kattığımızda; Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk milletinin daha fazla taşıyamayacağı ekonomik, siyasi, demografik ve güvenlik kaygılarına sebep olan milyonlarca sığınmacı/kaçak insanlar neden hala alınmasına devam edilmektedir. Ülkenin Batı sınırlarından AB ile yapılan Geri Kabul Antlaşması (GKA) ve İngiltere ile yapılan antlaşma ile Avrupa Birliğinin güvenliği korunmakta ancak ülkemizin doğu ve güneydoğu sınırlarımızın güvenliği söz konusu olduğunda gözler adeta yumulmaktadır.
Ada ülkelerinin dışında örneğin küresel güç ABD’nin ulusal sınır güvenliği mevzuatına bakıldığında ise daha ziyade silah ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi konulara odaklanarak bunun üzerinden bir sınır güvenliği yaklaşımı geliştirdiği görülmektedir. Bununla beraber ABD’de sınır güvenliği konusunda görev ve sorumluluğu bulunan 17’den fazla kurumun bulunduğu bilinmektedir.
Sınır güvenliği konusu toplum, grup veya örgüt seviyesinde ele alındığında; sınır ticareti ve kaçakçılık arasındaki korunması zor olan dengenin ve ayrımın sağlanması, bölünmüş akrabalar ve bununla ilişkili olarak komşuluk kültürü, sınır bölgelerindeki terör örgütü ve teröristlerin varlığı ile coğrafya ve toplum nezdinde sınırların geçirgen niteliği gibi sorunlar öne çıkmaktadır.
Sınır güvenliği birey seviyesinde ele alındığında ise; yukarıda tanımlanan sınırlar konusunda bahsedilen zorluklar neticesinde oluşan parçalanmış ailelerin mensupları ve bunların terör örgütlerine meyletme ihtimalinin bulunması, çatışma alanlarından geri dönen teröristler de ele alındığında sorumlu personelin motivasyonu ile insan istihbaratı ve operasyonel planlamayı yapabilecek personel ihtiyacı gibi sorunlar ön plana çıkar. Bu durum ülke güvenliği açısından son derece bir güvensizlik ortamı oluşturur.
Tüm bu analiz seviyelerinde öne çıkan hususlar göz önünde bulundurulduğunda öncelikle tehditlerin hibrit nitelik arz ettiği ve bunun da yeni bir güvenlik veya güvensizlik ortamı yarattığı söylenebilir. Bunun da sınır güvenliğinde kolluk güçlerinin sorumluluk alanındaki rollerinin azaldığı veya değişmesi gerektiğini ortaya koyduğu söylenebilir. Nitekim güvenlik kurumları hibrit tehditlerle baş edebilmek için hibrit araçlar ve yetenekler kazanmak ve kullanmak zorundadır. Bu kapsamda ayrıca güvenlik ve yasal insan/ürün geçişi arasındaki dengenin kurulması, sınır güvenliği yönetiminde bütünleşmiş ve katmanlı bir yaklaşımın geliştirilmesi, hükümet ile hükümet dışı örgütlerin aynı yöndeki çabalarının birleştirilmesi ve sınır güvenliği stratejisi ile eylem planlarının geliştirilmesi ve bunların uluslararası, bölgesel ve ulusal önceliklerle uyumlu olmasının sağlanması önem arz etmektedir.
Demografik Yapı
Demografik yapının bütünlüğü, milli güç unsurları arasında kritik bir öneme sahiptir çünkü: Toplumsal dayanışma ve uyum, nüfusun homojenliği ile desteklenir. Farklı etnik, dini veya kültürel grupların dengeli bir şekilde bir arada yaşaması, toplumsal huzurun sürdürülmesi için gereklidir. Demografik yapı bozulduğunda, bu uyum zarar görebilir ve toplumsal çatışmalar artabilir. Ekonomik kalkınma, sürdürülebilir bir iş gücü yapısı ile sağlanır. Genç nüfusun yeterliliği, eğitim düzeyinin korunması ve yeteneklerin geliştirilmesi, ekonomik büyümenin motorudur. Demografik yapıda meydana gelebilecek dengesizlikler, iş gücü verimliliğini düşürebilir ve ekonomik durgunluğa yol açabilir. Askeri güç, güçlü bir nüfus yapısı ile desteklenir. Ülkenin savunma kapasitesini korumak için genç ve dinamik bir nüfusa ihtiyaç vardır.
Demografik bütünlük bozulduğunda, askerlik çağındaki nüfus azalabilir, bu da savunma gücünü zayıflatabilir. Kültürel kimlik, toplumun demografik yapısına dayanır. Kültürel değerlerin korunması ve gelecek nesillere aktarılması, nüfusun kültürel yapısının korunmasına bağlıdır. Demografik yapının bozulması, kültürel erozyona neden olabilir. Siyasi istikrar, demografik denge ile sağlanır. Etnik veya dini gruplar arasındaki dengesizlikler, siyasi çatışmalara ve istikrarsızlığa yol açabilir. Demografik yapının bozulması, siyasi gerilimleri artırarak ülke yönetimini zorlaştırabilir. Sonuç olarak, demografik yapının bozulması, toplumsal huzursuzluklar, ekonomik zorluklar, savunma zafiyetleri, kültürel çatışmalar ve siyasi istikrarsızlıklarla sonuçlanabilir, bu da millî birliği ve gücü ciddi şekilde zayıflatır.
Sonuç
Sınır güvenliği ve sınır güvenliği ile ilgili çalışmaların son dönemlerde daha fazla önem kazanması ile beraber “sınır güvenliği” kavramı hem ulusal hem de uluslararası gündemin öncelikli konularından birisi haline geldi. Yaşanan bölgesel kırılmalar düzensiz göç hareketlerini artırırken iç savaşın yarattığı boşluk terör örgütlerinin daha kolay hareket edebileceği ortamı da beraberinde getirdi. Bilindiği üzere sınır güvenliğine ilişkin risklerin arttığı dönemlerde sınırlar daha belirgin hale gelmektedir. Artan tehdit algısı sınır güvenliğine ilişkin çabaları da artırmaktadır. Ayrıca konunun salt bir güvenlik unsuru olmaktan çıktığı aynı zamanda bir uluslararası ilişkiler gündemi haline geldiği de gözlemlenmektedir. Öte yandan günümüzdeki risklerin pek çoğu sınırları korumayı bir kolluk meselesi olmaktan çıkarıp asker gücü kullanımı da dâhil olmak üzere çok boyutlu bir konuya dönüştürmektedir. Bu çok boyutlu yapı konunun hukuki, askeri, ekonomik, teknolojik, diplomatik ve stratejik alanlarda bir bütünlük içinde incelenmesini de zorunlu kılmaktadır.
2023 yılı itibariyle Türkiye’nin yurtdışına verdiği göç, 714,579 kişi ile tarihin en yüksek seviyesine ulaşmıştır. İşin en acı tarafı ise ülkesinde yetişmiş meslek sahibi, kaliteli insan gücümüzün oluşturduğu bu boşluk, 19. yüzyılı yaşayan güruh ile dolduruluyor. Hiç şüphesiz bu durumun ülkemize ve milletimize ağır bir bedeli olacaktır. Bununla beraber, ısrarla “bir yeni anayasa” yapılması söylemlerinin gün geçtikçe daha artarak söyleme dökülmesinin ardında ne yatmaktadır. Amaç ilk etapta 66. maddeyi devre dışı mı bırakmaktır? Bununla amaçlanan etnik ve etnikleştirilmeye çalışılan ve üzerine eklemlenmek istenen sığınmacı sorununun çözümü noktasında farklılıkların yok edilmesi ve yönetilmesi yatmaktadır. Farklılıkların yok edilmesi noktasında ise bütünleşme, farklılıkların yönetilmesi noktasında ise federalleşme mi yatmaktadır?