Giriş
Suriye’de 27 Kasım 2024 tarihinden itibaren başlayan gelişmeler sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın gündemine oturdu. El Kaidenin bir türevi 2017’de kurulan ve 2018’de de Türkiye başta olmak üzere halen Birleşmiş Milletler tarafından terör örgütleri listesinde yer alan Heyet Tahrir Şam (HTŞ) ve müttefiklerinin, İdlib’den başlattıkları operasyonun akabinde kısa süre içinde Suriye merkezi hükümet ordusunu Halep’ten çıkarttı. Ardından Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) da desteğiyle deyim yerindeyse rejim ordusu savaşmadan silahını mühimmatını bırakmıştır. Rus hava saldırıları yetersiz kalmış İran milisleri sahadan çekilmişlerdir. Sonuçta Suriye’de Halep ile başlayan süreçte Şam düşmüş ve Esad rejimi yıkılmıştır. Bu makalede Suriye’deki gelişmelerin kısaca nasıl yaşandığından bahsettikten sonra, makaleye konu olan ve üzerinde tartışılması gereken Suriye özelinde pek çok terör örgütünün kolektif terör kapsamında hareket ettiğini ve devlet terörü konusudur.
Suriye Operasyonunun ardında kimler var?
27 Kasımda baş döndürücü şekilde başlayan operasyonların senaryosu Şubat 2024’te ABD, İngiliz, Fransız ve İsrail’li dört kurmay subayın Napoli’deki NATO karargâhına çağrıldıkları ve Suriye operasyonuna burada çalıştıkları[1] ifade edilmektedir. Senaryosu dört farklı ülkenin kurmay subayları tarafından yazılan Suriye Operasyonu, uluslararası planda terör örgütü olarak sınıflandırılmış “Heyetül Tahrir eş-Şam” (HTŞ) öncülüğünde ve silahlı desteğinde gerçekleşmiş olması, başta Suriye olmak üzere, Suriye halkı, Türkiye ve bölgeye barış/istikrar sağlar mı zamanla netleşecektir.
Ancak ne var ki, başta Suriye olmak üzere bölge bazında terörle mücadele, bütün terör örgütlerini yok etme yönündeki uluslararası irade bakımından tarihî ve çok tehlikeli bir sürece evrilmiştir. Bırakın terör-terörizmle mücadelede uluslararası işbirliğinin sağlanıp etnik, bölücü, din motifli tüm terör örgütlerinin yok edilmesini, bilakis terör örgütlerinin aklanması, toplumsal kabulü ve meşru düzlemde siyaset yapma hatta devlet yönetme sürecine evrildiği görülmektedir.
Sadece Suriye halkı değil 2011 Suriye İç Savaşı ile başlayan süreçten en fazla etkilenen Türkiye bile Esad rejiminden kurtulmanın haklı sevinci ve coşkusu içinde bu durumun farkında değildir. Suriye’nin demokrasi temeli üzerinde yeniden inşa etme çalışmalarında HTŞ ve diğer terör örgütlerinin muhatap alınması son derece sıkıntılıdır. HTŞ ve diğer terör örgütleri kesinlikle temizlenmelidir. Suriye Millî Ordusu’nun (SMO) bölücü Kürtçü terör örgütünün Suriye uzantısını Mümbiç’ten temizleme harekâtı fazla zaman kaybedilmeden tamamlanmalıdır. Suriye’deki durum BM Güvenlik Konseyi’nin acilen toplanmasını gerektiren tehlikeli gelişmeler ihtimalini içinde barındırmakta ve İsrail Golan bölgesini işgal ederek Suriye’de askeri mevzi kazanmaktadır.
7 Aralık günü Doha Forum’u vesilesiyle Al Jazeera muhabirinin sorularını yanıtlayan Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Lavrov, HTŞ hakkında şunları dile getirmiştir: “Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı Kararı ile başlayarak Suriye Arap Cumhuriyeti'nin egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve birliğini güçlü bir şekilde yineleyen ve teröristlerin Suriyelilerin yaşamını bozmaya yönelik her türlü girişimini kınayan Anlaşmalara aykırı olarak terör örgütlerinin toprakları ele geçirmesine izin verilmesi kabul edilemez...Hayat Tahrir el Şam özelinde konuşursak, 2018 ve 2020 yıllarında Astana formatı çerçevesinde Hayat Tahrir el Şam'ın İdlib'de iktidara gelmesine izin verilmemesi ve İdlib'den atılması yönündeki ortak kararlılığı net bir şekilde pekiştiren iki anlaşma imzalandı. Ve bu anlaşmalar uygulanmadı. Ve şimdi bunlar ağır şekilde ihlâl ediliyor. …El Cezire'de kararları veren patronlarınızı savunduğunuzu anlıyorum, ama, dürüst bir gazeteci, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve ABD tarafından terör örgütü olarak listelenen Hayat Tahrir el Şam’ı muhalif grup olarak niteleyen bir açıklama yapabilir mi?[2]”
Suriye’de 27 Kasım ile başlayan gelişmelerin hem dış hem de iç nedenleri vardır. Bunların başında dış nedenlerden en önemlisi: ABD’de yeni başkanın göreve başlamasıyla Ukrayna’da varılacak ateşkes öncesi Rusya’nın kazanımlarının engellenmesi için dikkatini güçlü bir biçimde dağıtmak ve İsrail’in güvenliğinin sağlanması için İran-Lübnan bağını kesmek. İç nedenlerin başında gelen en önemli ayrıntı ise Beşar Esad’ın, zamana oynayıp 2011 öncesine dönmeye çalışacağına siyasi müzakerelere yanaşıp demokratikleşme konusunda adil ve kapsayıcı bir yaklaşım izlese çoktan Türkiye ile masaya oturmuş ve ilerleme kaydetmiş olacaktı[3]. Peki, Suriye’de şimdilik zafer sarhoşluğu ile hemen her şeyin güllük gülistanlık gibi yansıtılması doğru mu? Şüphesiz hayır, çünkü hem Suriye sınırlarımız boyunca terör örgütlerinin konuşlandığı bir süreç var hem de Suriye’de adil, kapsamlı ve demokratik bir çözüm olmadan hiçbirimize rahat yok, fakat olan en çok Suriye merkezi hükümetine ve halkına oluyor.
Devlet Terörü Kavramı ve Suriye’nin Devlet Terörü
Bir devletin uluslararası politika alanında eyleyebilmesi kapasitesi ile doğru orantılıdır. Bu açıdan devletin kapasitesi aynı zamanda staus qounun değerlendirilebilmesi için de önemli bir inceleme alanı sunmaktadır. Kapasite sorunu olan devletlerin iç politikalarında ortaya çıkan sorunlar zaman içinde dış politika sorunu haline gelmektedir. Bu perspektiften 2011 yılından beri devam edegelen Suriye sorununun bir devlet kapasitesi problemi olduğu açıktır. Suriye'nin bağımsızlığından itibaren ortaya çıkan sorunlu iç politikası bu durumun gerçekleşmesine yol açmış ve sonuçta başta Türkiye olmak üzere çevresini etkileyen bir problem alanı haline dönüşmüştür[4].
Devletler, terörü ve terörizmi uzun yıllar boyunca kendi halklarına karşı kullanmışlardır. Bu durumun temel sebebi geniş veya dar bir kitlenin hâkimiyetini elde tutmaktır. Nitekim farklı sebeplerden dolayım devlet terörü uygulayabilirler. Devletler, kendi çıkarları doğrultusunda binlerce insanı katletmekten de çekinmezler. Bu durumun tarihte pek çok örneği vardır. Günümüzde de terörü yöntem olarak benimsemiş devletler vardır. Devlet terörü veya terörizmi kavramının uluslararası ilişkiler alanında ele alınmamasının pek çok sebebi olmakla beraber, terör ve terörizm tanım sorununda yatan kavramın tanınmama sorunu ve genel kabul görebilecek bir kavramda değerlendirilmediği gerçeği ortaya çıkar. Ne var ki, terörizm çalışmalarında ciddiyetle yer tutan bazı araştırmacıların ileri sürdüğü devlet terörü tanımı şu şekildedir: Devlet terörü; devletin bizzat kendisinin veya devletin araçlarını kullanan kolluk güçlerinin ya da paramiliter yapı ve yandaşlar tarafından kendi halkına uyguladığı şiddettir. Bu şiddet eylemi yalnızca kendi halkıyla sınırlı değildir. Devletler sömürgeleştirdiği veya himayesine aldığı devletlerin halklarına da devlet terörü uygulayabilmektedir. Önceden tasarlanmış şiddet eylemleri olarak da ifade edilmektedir.
- Claridge, devlet terörünü şu aşamalarda ele alarak tanımlar. Devlet terörü sistematiktir.
- Şiddet ve şiddet tehdidi içermektedir.
- Politiktir.
- Devlet temsilcileri ya da devletin kaynakları ile çalışan yandaşlar tarafından uygulanmaktadır.
- Korku yaratmak amaçlanmaktadır.
- Mağdurdan daha geniş bir gruba mesaj iletmek amaçlanır.
- Söz konusu mağdur kitle silah veya örgütlenme yapısı içinde değildir. (Claridge, 1996: 52)
Devlet terörünün, devletin uyguladığı diğer şiddet biçimlerinden farkı; devlet terörünün hedef kitlesi sınırlı bir kesim de olabilir veya daha geniş bir kesime yönelik de gerçekleştirilebilir. Bir diğer ayrıntı ise mevcut hedef kitlesiyle beraber bir üst otorite de mevcuttur. Ancak devlet terörü, terör örgütlerinin gerçekleştirdiği terör eylemlerine göre pek çok farklılıklar gösterir. Bu farklılıklardan en önemlisi olarak, terörü yöntem olarak benimsemiş devletlerin, terör örgütleri gibi kendilerini afişe etmezler ve gerçekleşen eylemi üstlenmezler. Bir diğer önemli ayrıntı ise terörü yöntem olarak benimsemiş devletlerin gerçekleştirdiği devlet terörünün, terör örgütlerinin gerçekleştirdiği eylemlerden çok daha ağır psikolojik travmalara sebep olduğudur[5].
Neden devletler terörü yöntem olarak kullanırlar sorusuna gelince: Devletlerin teröre başvurmalarının altında birçok sebep yer almaktadır. Bunların başında gelen en önemli detay, nüfuslarını kontrol altına alabilmek veya fethettikleri bölgelerdeki sömürgecilik faaliyetlerini sorunsuz bir şekilde ilerletebilmek gelir. Yanı sıra kendi siyasi varlıklarını devam ettirme pahasına ya da iktidarını bırakamama veya vazgeçememe durumları da bu nedenler arasında yer alır. İsrail devlet yönetiminin de “vadedilmiş topraklar” olarak ileri sürdüğü bir başka neden de devletlerin teröre başvurdukları nedenler arasında sıralanabilir.
Suriye’de Beşar Esad rejiminin yöntem olarak devlet terörünü benimsemesinin pek çok nedenleri bulunmaktadır. uriye devletli içerisinde etnik ve mezhepsel açıdan birçok farklı insanları barındırdığı için heterojen yapıda kabul edilen bir devlettir. Ülkede demokrasi var gibi görünse aslında tüm yetki devlet başkanında ve onun çevresindedir. Yani halk oy kullanma yetkisinde sahip ancak halkın ülke içerisinde yasal yollarla herhangi bir değişiklik yapabilmesi hakkı yoktur. Bu haktan yoksun olmaları Anayasaya eklenen bazı maddelerce belirtilmiştir.
Esad rejimi, azınlık kabul edilen Arap Alevilerinin (bir diğer adıyla Nusayri) elindeydi. Ülkedeki devlet yapılanması Baas Partisidir ve bu sebepten ötürü ülke Baas ideolojisine göre yönetilmiştir. Beşar Esad babasının ölümünden sonra başa geldiğinde ilk zamanlarda her kesim tarafından sevilen politikaları zamanla pek çok alandaki şiddet politikalarına evrilmiştir. 2011 yılı itibariyle başlayan ilk ayaklanmalar bastırılsa da akabinde bir grup öğrencinin duvarlara ‘rejim yıkılsın istiyoruz’ yazmalarının ardından tutuklanmalarıyla beraber olaylar büyümüş ve rejim kolluk güçleri halka karşı son derece sert şekilde karşılık vermiştir. Suriye’de yönetim azınlık kesim olan Alevilerin elinde olması sebebiyle rejime karşı ilk ayaklananlar Sünniler tarafından gerçekleştirilmiştir[6].
Ne var ki, Aleviler de uygulanan bu şiddet olaylarından rahatsızlık duysalar da Radikal İslamcılara karşı Esad rejimini desteklemişlerdir. Buradan güç alan Esad rejimi terörü yöntem olarak kullanmayı sürdürmüştür. Suriye’deki muhalifler ülkedeki etnik yapı çeşitliliğine benzer bir şekilde farklı gruplara ayrılmıştır. Çatışmaların büyümesiyle beraber direnişçi gruplar Suriye’nin bazı bölgelerini ele geçirmeyi başarmıştır ancak Rusya Federasyonu ve İran’ın sağladığı destek dolayısıyla Esad rejimi sonlandırılamamıştır. Akabinde Esad yönetimi ayaklananlara karşı çok sert bir politika izlemiş ve direnişçileri bastırmaya çalışmıştır. Esad rejimi de Arap Baharının etkileriyle kendi halkına devlet terörü uygulamış bir yöneticidir.
Bir takım yerli ve yabancı TV kanallarında gösterilen Esad rejimi tarafından yer altına yapılan ve burada rejim muhaliflerinin yıllarca işkenceye maruz kaldığı Sednaya Hapishanesi görüntüleri insan hakları açısından bir kâbustur ve burada bir devlet terörünün izleri bulunmaktadır. Bu yaşatılan insanlık dramı ve insan hakları ihlallerinden dolayı Esad ve yönetimi yargılanmalıdır.
Diğer bir konu ise Esad rejiminin on yıllardır teröre verdiği destektir. Devlet destekli terörizm yazılarımda da belirttiğim üzere gerek Baba Esad döneminde Şam’ın bölücü terör örgütünün üssü haline getirilmesi ve Türkiye’ye yönelik gerek Hatay konusunda gerekse de Fırat Nehir sularını bahane ederek terörü desteklediği bilinmektedir. Baba Esad’ın ölümünden sonra da Beşar Esad’ın da arkasına İran ve Rusya Federasyonunu alarak bölücü terör örgütüne verdiği destek bilinmektedir. En son örnek olarak Halep’in ele geçirilmesi ile başlayan süreçte rejim birliklerini çektiği bölgelerde bölücü terör örgütünün Suriye uzantısının çok kısa zaman içerisinde herhangi bir çatışmaya girmeden Hatay yüzölçümünde bir bölgeyi kendi hâkimiyetine geçirmiştir.
Devlet kapasitesi açısından oldukça sorunlu olan ve özellikle 2011’den sonra yaşanan Suriye sorununda Esad rejimine, kendi ülkelerinin bölgesel politika çıkarları açısından destek veren ülke yönetimleri de en az Esad kadar suçludurlar. Rusya Federasyonu dış işleri bakanı Lavrov’un, El Jezire muhabirinin sorularına yanıt verirken, Birleşmiş Milletler ve pek çok ülke tarafından terör örgütü olarak listede yer alan HTŞ’nin nasıl meşru bir oluşum olarak gösterilmesine itiraz ediyorsa; aynı itiraz Rusya Federasyonunun ve İran’ın bölücü terör örgütünün Suriye uzantısına ve diğer terör örgütlerine sağladığı imkân ve destekler konusunda da geçerlidir. Bu çerçevede vekâlet savaşları adı altında Suriye özelinde kullanılan özel askeri şirketler ve devlet dışı silahlı aktörler olarak literatürde tanımlanan terör örgütleri de hiçbir bölgesel ya da küresel aktörün namına toprak işgal edemez, yönetemez. Suriye, gerek bölgesel gerekse küresel hegemonya mücadelesinde pek çok aktörün terörü yöntem olarak benimsediği ve uyguladığı yanı sıra uyuşturucu trafiğinden tutun insan kaçakçılığına ve devlet destekli terörizme örnek gösterilecek bir laboratuvar konumundadır. Suriye onlarca yıldır ABD’sinden İsrail’ine, İran’ından pek çok aktörün devlet terörüne ve devlet destekli terörizme bulaştığı bir coğrafyadır. Suriye, özellikle 2011’den itibaren sözde vekâlet savaşları adı altında dini, etnik, bölücü terör örgütleri ve diğer silahlı gruplar ile özel askeri şirketlerin cirit attığı ve aslında hepimizin de çok iyi bildiği uluslararası aktörlerin hegemonya savaş alanına dönmüştür. Burada gerçekleşen terör eylemleri ve insanlık dışı eylemlerin tüm sorumluları da bu aktörlerdir. En az Esad kadar Suriye’nin parçalanmasında, Suriyelilerin zarar görmesinde pay sahibidirler.
Suriye Özelinde Kolektif Terör-Terörizm
Soğuk Savaş sonrası dönemden itibaren günümüze kadar devlet dışı silahlı aktörlerin sayısında, gerek kapasite gerek yarattığı etki açısından büyük bir değişim yaşanmıştır. Özelikle 11 Eylül saldırıları sonrası yaşanan Afganistan ve Irak işgalleri silahlı grupların zayıflamasından ziyade etkilerini genişletmelerine yol açmıştır. IŞİD, PKK/YPG gibi silahlı aktörler toprak hâkimiyeti elde ettikleri gibi etkin oldukları bölgelerde, siyasi ve mali desteklerini aldıkları devletler sayesinde merkezi otoriteye meydan okurken zayıflayan otorite karşısında da egemen aktör refleksi sergilemektedirler. Devlet dışı silahlı aktörlerin artan etkinliği uluslararası sistemin yapısını etkileme ve dönüştürmeye yönelik evirilmiştir. Devlet dışı silahlı aktörler rasyonel hareket ederek devletlerle işbirliği yapmaları veya çatışma süreçlerine katılmaları konumlarına etki edebilmektedir. Özellikle El Kaide, IŞİD, HTŞ, Hizbullah, hamas, Haşdi Şabi, PKK/YPG denetimini sağladıkları alanlarda kurdukları yapı ve kurumlarla devletleri taklit edebilmekte veya çatışma dinamiklerine etki edebilmektedirler. Yine bu tür aktörler rasyonel hedefler belirleyerek işbirliğine girdiği örgüt ve destekleyen ülkelerle hedeflerine ulaşmaya veya varlığını korumayı sürdürmektedir. Bugün için devlet dışı silahlı aktörler olarak tanımlanan terör örgütleri, güvenlik mimarisinde önemli bir aktöre dönüştükleri gibi küresel/bölgesel temelde sistemin yapısını da değiştirebilmekte; dolayısıyla kaçınılmaz olarak kolektif terör-terörizmi yaratmaktadır[7].
Kolektif terör, kavram olarak yeni olmakla birlikte çok daha eski tarihlere dayanmaktadır. Kolektif terör-terörizm kavramı ilk olarak “Genaration Security And Terrörism” isimli çalışmada kullanılmıştır[8]. Albayrak’a göre terörün ittifak yapılanması vardır ve bu yapılanma: kolektif terör ve kolektif terörizm üzerinde işlenmektedir.
Albayrak’a göre kolektif terör: şiddet, korku, baskı vb. demokratik olmayan usuller kullanılmak suretiyle anayasal düzeni ortadan kaldırmak veya işlemeyecek duruma getirmek, kamu kurum kuruluşlarını itibarsızlaştırmaya çalışmak için amaç birliği içerisinde birden fazla terör örgütünün birlikte hareket ederek ilgili mevzuatlarda sayılan anayasal suçları eylemleştirmesi olarak tanımlanmaktadır[9]. Kolektif Terörizm: Amaçlanan hedef doğrultusunda temelde bir olmayan veya birbirlerine yakın olabilecek ideolojilerin "executive power" yürütme gücü adına tepe yönetimlerinin bir araya gelerek güdülenmeleri olarak açıklanabilir. Temelde birlik içinde olmayan veya yakın olabilecek ideolojilerin üst yönetimlerinin ortak hedef/amaç doğrultusunda bir araya gelmesi olarak açıklanabilecek “Kolektif Terör” kavramıyla karşı karşıyayız. Kolektif terör ise birden fazla terör örgütünün birlik ve beraberlik içinde hareket ederek anayasal düzeni ortadan kaldırmak için şiddet, korkutma, korkutma ve terör gibi demokratik olmayan yöntemlerle uluslararası ve iç hukukta sayılan anayasal suçları işlemesidir. Günümüzde Irak ve Suriye'nin kuzeyinde birlikte hareket eden temelde farklı ideolojilerdeki silahlı örgütler, kolektif teröre uygun örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kısaca kolektif terör: örgütlerin, farklı ideolojilere sahip olsalar bile ortak amaç ve hedef doğrultusunda giriştikleri eylemler, Kolektif terörizm ise: örgütleri silah-teçhizat, finans, istihbarat, diplomasi ve diğer alanlarda destekleyen ülkelerin; istihbarat ve askeri uzmanları tarafından, hedef ülkelere karşı siyasi veya ekonomik çıkarlarına yönelik birlikte giriştikleri eylemler bütünü olarak tanımlanabilir[10].
Uluslararası politikanın bir aracı/aparatı/maşası olarak kullanılan terör örgütleri, birtakım ülkelerin hedeflerine ulaşmalarını kolaylaştırmak için hasım veya hasım olması muhtemel tarafı yıpratma faaliyetlerinde etkin olabilmektedirler. Kolektif terörün kaynağı, oluşumu, motivasyonu, faaliyetleri ve sürdürülebilmesi çeşitli etkenlere bağlı olmakla birlikte Suriye özelinde ele alındığında, kullanılan örgütler ve politik amacın elde edilmesi hedeflenen taktik başarıların doğrudan Suriye’nin bölünmesi ve yeni aktörlerin Suriye’nin şekillenmesinde yer almış olması yatmaktadır.
Serhat Erkmen’in, “Suriye’de küllenen çatışma alev aldı: Yeni çatışma süreci nasıl başladı?” isimli makalesinde Suriye’deki cepheleri ve bu cephelerde çatışan terör örgütleri ve diğer silahlı grupları ayrıntılarıyla ele almaktadır. Erkmen, adı geçen makalesinde, “Arap Baharı sırasında Suriye’deki protesto gösterilerinin iç savaşa dönüştüğü 2011 yılı sonlarından bu yana, çatışma birden çok aktörün farklı hedeflerle yürüttüğü bir karaktere sahiptir” ifadesini kullanmaktadır. Bu da bizlere Suriye özelinde pek çok cephenin olduğunu/olabileceğini ve bu cephelerde sözde vekil güç ya da gelecekte Suriye’yi yönetmeye talip olduklarını ileri süren ideolojileri farklı ancak hedef ve çıkarları ortak olan pek çok örgütün kolektif hareket ettiklerini ifade etmektedir.
Erkmen’e göre Suriye’de üç cephenin oluştuğunu, ilk cephenin “Askerî Operasyonlar Komutanlığı” (AOK) adı verilen bir komuta merkezi kurularak operasyonun adının “Saldırganlığı Caydırma” olduğunu ifade etmektedir. Erkmen ilk cephe olarak AOK ve HTŞ’ye bağlı olarak; Bu ittifakın içinde iki ana bileşen bulunuyor. HTŞ ve ona bağlı gruplar ile muhaliflerin ordusu SMO’nun içinde yer almasına rağmen HTŞ’yle uzun süredir ittifak içinde olan gruplar. Bu ittifakın içinde yer alan grupları da sıralayayım. HTŞ ve ona bağlı gruplar dediğimde anlamanız gerekenler şunlar: HTŞ’nin kendi bünyesinde eğittiği Talha, Ali, Zubeyir Tugayları gibi kendi birimleri bu ekibin bel kemiği. Ayrıca İdlib’de bulunan Ceyş Muhacirun ve Ensar El İslam, Ensar El Tevhid ve Türkistan İslam Partisi gibi gruplar HTŞ’den ayrı fakat ona bağlı oluşumlar olarak nitelenebilir. Bunların dışında bir süredir İdlib’deki yabancı unsurlardan kurulan profesyonel militanlardan ibaret küçük birimler var. En önemlileri Xhemati Alban, Muhojir Tactical ve Yurtugh Tactical gibi yapılar. Bunların militan sayıları çok az olsa da en eğitimli birimler oldukları söylenebilir. SMO ve İdlib’de bulunan diğer muhalif gruplar AOK’ya dâhil oldular. En bilinenleri Feylak eş Şam, Ceyş el-Nasr, Ceyş el-Ahrar ve Ceyş el-İzzeh. AOK’nin içinde SMO’ya bağlı grupların çoğu ise Azez ve Afrin’den geldi. Bunlar arasında en kalabalıkları Şam Cephesi, Müşterek Kuvvetler, 50.Tümen, Ahrar Şarkiye, Ahrar Şam’ın Doğu Kanadı ve Şukur Eş Şam. Bu saydıklarımın tamamı İdlib’de Suriye Ordusu ile çatışmaya giren AOK’yi oluşturuyor.
Erkmen, İkinci cephe hattının Tel Rıfat’ta olduğunu ve operasyonun adına “Özgürlük Şafağı” isminin verildiğini ifade etmektedir. Bu cephe hattında çatışmalara katılan grupların sayısı 20’den fazla olsa da en önemli rolü Müşterek Kuvvetler, Sultan Murat Tümeni, Ceyş ül İslam, Ahrar Şam ve Şam Cephesi gibi gruplar oynuyor.
Üçüncü cepheyi ise Suriye’nin doğu hattı yani diğer iki cephe ve o cephelerdekilerden farklı olarak bölücü terör örgütünün Suriye uzantısı olan PKK/YPG yani ABD’nin “kara gücüm” dediği Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olarak ön plana çıkmaktadır. Kaldı ki, bölücü terör örgütünün Suriye uzantısı PKK/YPG çatısı altında ideolojisi farklı ancak ortak çıkar ve hedefleri kesişen az sayılarda da olsa terör örgütleri var. Bunlardan biri de 2019 yılında kurulan ve çoğunluğu Ermenilerden oluşan Ermeni Nubar Ozanyan Taburu gibi terör örgütleri yer almaktadır.
Sonuç yerine; Suriye özelinde günümüze kadar hızlı bir şekilde gelişen olayların temelinde iki temel uluslararası/bölgesel gelişmeler yer almaktadır. Bunlardan ilki; 7 Ekim Hamas’ın İsrail’e saldırması, ikincisi ise Rusya Federasyonu’nun 2022’de ikincisini başlattığı Ukrayna’yı işgal girişimi olarak değerlendirmek mümkündür.
Son tahlilde Suriye’den eğittikleriyle birlikte Rusya Federasyonu ağırlığını Ukrayna’ya kaydırmıştır. İran adına Suriye’deki vekil güçleri de İsrail’in yoğun hava saldırıları sonucu geri çekilmişlerdir. Suriye’ye yeni aktör olarak İsrail yerleşmiştir. İsrail Golan Bölgesini işgal etmiş ve Şam’a 23 km yakına mevzilenmiştir. İsrail, ABD, Rusya Federasyonun Suriye’de desteklediği Fırat’ın doğusunda bölücü örgütün varlığı devam etmektedir. Türkiye’nin güney sınırları boyunca iki terör örgütünün varlığı ülkemiz açısından ciddi sorunlar yaratacaktır. Suriye’nin ikinci etnik unsurları olan Suriye Türkmenlerinden hiçbir yetkili söz etmemektedir. Halep ve Hama gibi Türkmenlerin yoğun yaşadıkları bölgelerde, il yönetim kadrolarında hiçbir Türkmen’in dâhil edilmemesi düşündürücüdür. Zira Irak’ta yaşanan son gelişmeler Kerkük’ün Türküleştirilmesine yönelik fiziki ve siyasi gelişmelerden ibarettir. Aynı durum Suriye’de yaşayan Türkler içinde mi geçerlidir?
Yeni Suriye yönetiminin başında kim olacak, nasıl bir yönetim şekli ortaya konacak henüz bunlar netlik kazanmamakla birlikte; Suriye’deki 27 Kasımda başlatılan Suriye Operasyonu’nun Türkiye’yi de ilgilendiren tarafı bulunmaktadır. Çünkü Türk siyasetinde hiç umulmadık şekilde teklif ve öneriler deyim yerindeyse havada uçuşmakta el artırılmaktadır. Bunlardan bağımsız olmayan bir gelişme de bu makale kaleme alındığı saatlerde Flash Haber Tv ekranlarında akıllara durgunluk veren bir gelişme yaşanmıştır. Birinci çözülme süreci olarak adlandırılan dönemde sözde Akil insanlardan Abdurrahim Semavi; “Türkiye Ortadoğu’daki tüm Kürtlerin hamiliğini üstlenecek. Bu nedenler ilerleyen süreçte Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki Kürtler Türkiye’ye bağlanacak. 2009’dan beri Kürt hareketi ile Türkiye arasında arabuluculuk görevlerini yürütüyorum. Öcalan’ın Kürt kamuoyuna yönelik talepleri olacak ve bu taleplerin devlet tarafından karşılık görecek. Öcalan’ın taleplerinin devlet aklıyla örtüşüyor ve çok yakında tüm fikirlerini kamuoyuyla paylaşacak. Kürtçe’nin eğitim dili olması, Türklük kavramının anayasadan çıkarılması ve anayasanın 42. İle 66. Maddelerinin değiştirilmesi gündeme gelecek. Salih Müslüm ve Mazlum Kobani, Türkiye ile iletişime geçme konusunda çok istekli. PKK/PYD/YPG çok yakında Suriye’de Türkiye’den yana tavır takınacak. Kürdistan isminden ve otonomiden korkulmamalı.” Eğer iddialar doğruysa bu durum bir felakettir ve kabul edilemez.
Makalemize konu olan devlet terörü ve kolektif terör-terörizme bulaşmış aktörlerle ilgili uluslararası bir araştırma ya da benzer bir inceleme olacak mı bilinmez. Ancak Suriye’nin parçalanmasında payı olan tüm aktörlerin bu durumdan kaçmaları söz konusu değil. Batı uluslararası literatürde kendi çıkarlarına yönelik yarattığı kavramlar üzerinden çıkarları doğrultusunda politikalarını sürdürmektedir. Batı’nın izlediği yöntem yanlış olmakla birlikte onlar bir şekilde bu işten deyim yerindeyse sıyrılmanın yol/yöntemlerini uluslararası hukuk çalışmalarında arayacaklardır. Ankara’nın terör-terörizme, örgütlere yönelik mücadele stratejisi Napoli’de yazılan senaryoya göre değil Ankara merkezli olduğu sürece başarı sağlar.
[1] Yılmaz Özdil, Şam Sofrası Napoli Sofrası, https://www.youtube.com/watch?v=IPOZPuupnY4 , 11 Aralık 2024.
[2] Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un 07 Aralık Doha Forumu'ndaki sorulara verdiği yanıtlar, https://mid.ru/en/foreign_policy/news/1986144/ , 07 Aralık 2024.
[3] Serhat Erkmen, Fikir Turu · Suriye’de küllenen çatışma alev aldı: Yeni çatışma süreci nasıl başladı?, 07 Aralık 2024.
[4] Akbal, Ozdemir. “SURİYE’NİN DEVLET KAPASİTESİ SORUNU VE BÖLGESEL STATUS QUO BAĞLAMINDA TÜRKİYE’NİN POLİTİKASI”. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. 23, sy. 1, 2021, ss. 253-77, doi:10.26468/trakyasobed.754684.
[5] Ömer Kalaycı, yakında yayımlanacak “Terör Devletleri ve Devlet Destekli Terörizm” kitabımın ilgili bölümünden aktarılmıştır.
[6] Acar, Harun, “Suriye Halkının Beşar Esad’a Direnme Hakkı: Üç Sözleşmeci Bakış”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 10, Sayı 37 (Bahar 2013), s. 117- 144.
[7] Ömer Kalaycı, Kolektif Terör-Terörizm kitap bölümünden alıntılanmıştır.
[8] Albayrak, Halil İbrahim, GENERATION SECURITY AND TERRORISM, 2021.
[9] Albayrak, H. İbrahim, 2021.
[10] Ömer Kalaycı, a. g. e. 2024.