Türkiye’nin geçmişten günümüze ‘milli bir dava’ olarak adlandırdığı Kıbrıs konusu, Türkiye’nin Avrupa Birliği tam üyelik sürecini etkileyen en önemli faktörlerin başında yer almaktadır. Bu çalışmada, Kıbrıs Barış Harekâtının 50.yılını doldurduğu günümüzde önemi ve Türkiye’nin Avrupa Birliği tam üyelik müzakerelerinde, AB’nin Türkiye’ye Kıbrıs sorunu üzerinden baskı kurarak; Kıbrıs sorununun çözümünden ziyade bir yeni dolaylı Enosis ile Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin haklarının pek çok stratejik olarak elimine edilmesinin ayrıntılarını kısaca ekle almaktadır.
Giriş
Kıbrıs, sadece Türkler açısından değil tüm dünya açısından da tarihsel, jeopolitik, enerji, ekonomik ve stratejik bir önem arz etmektedir. İlkçağlardan günümüze tarihî, coğrafi, ticari, ekonomik, siyasi, askerî ve kültürel yönleriyle oldukça önemli bir jeopolitik konuma sahip olan Kıbrıs, günümüzde de Doğu Akdeniz ve Ortadoğu güç hâkimiyetinin belirgin bir üssü konumundadır. Bu bağlamda, bu coğrafyada yaşanan, yaşanacak sıcak çatışmalar Kıbrıs adasından bağımsız gelişmemektedir.
Türkiye, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 50 yıl önce 20 Temmuz 1974 tarihinde, zor koşullar altında gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtıyla Kıbrıs Türkü'nü yok olmaktan kurtarmış, yaşam hakkını sağlamış, varlık ve güvenliğini teminat altına almış ve en önemlisi de Kıbrıs Adası'nın Yunanistan'a ilhakını önlemiştir. Ne yazık ki bu tarihi, biz Türkler için mutlu ve kutlu olan bu stratejik zafer istenilen anlamda ele alınmamış ve kutlanmamıştır.
Uzun yıllar izole altında yaşayan, Kıbrıs Barış Harekâtı ile varlıkları teminat altına alınan Kıbrıs Türkleri, harekâtın zaferle taçlanmasından tam 50 yıl sonra da yeni reel durumlarla karşı karşıya kalmışlardır. İlki Ekonomi-politik; İkincisi Sosyo-kültürel bağlam. Bu iki bağlam sadece Kıbrıs Türklerini değil, Türkiye’yi de doğrudan ilgilendiren içeriğe sahiptir.
Kıbrıs’ın Türkiye ve Türklük Açısından Taşıdığı Önem
Kıbrıs Adası, Türkiye’nin ve Türklerin Akdeniz’e açılan kapısıdır. Kıbrıs, tarih boyunca pek çok uygarlığın kısmen ya da tamamen egemenliği altında kalmış, ticaret kavimlerinin stratejik olarak denetimleri altına alınmış bir adadır.
Osmanlı imparatorluğu 1571’de Kıbrıs adasını Cenevizlilerden almıştır. O dönemde Kıbrıs adası bir korsan adası görünümündeydi ve Cenevizliler adayı ticari amaçlarla ellerinde tutmaktaydılar. Adanın kontrolü, 1878 yılında Osmanlılarla İngilizler arasında yapılan anlaşma gereği İngilizlere kiraya verildiğinde Kıbrıs’ta Türk kimliği hâkim olmaya başlamıştır. Tarihsel olarak pek çok uygarlığa ev sahipliği yapan Kıbrıs adasında iki halk ve kültürün egemen olduğu görülür. Bunlar; Türkler ve Rumlardır.
Kıbrıs’ın Stratejik Önemi
Kıbrıs, Türkiye için Akdeniz’e daha açıkçası uluslararası sulara çıkış yoludur. Bu bağlamda bu çıkış yolu üzerinde Yunanistan Batı’da Ege’yi büyük ölçüde kapatmaktadır. İstanbul’dan İzmir’e veya Marmaris’e giderken Türk gemileri ve tekneleri Yunanlıların denetimi altında bulunan adalardan, Yunan Karasularına girmemek için dolaşmak zorundadırlar. Burası Türkiye’nin Akdeniz’e tek sorunsuz hava ve deniz yolu ile çıkış alanıdır.
Türkiye’nin, sadece 40 mil uzaklıkta, tarihi ve kültürel olarak da Türk kimliğinin hâkim yaşandığı bu adayı Rumlar ve Yunanların denetimine bırakması düşünülemez. Bu hem tarih, hem coğrafya hem de toplumsal doku açısından mümkün değildir.
Kıbrıs adasının, hem Doğu Akdeniz hem Orta Doğu’da ekonomik ve siyasal varlığını sürdürmesi için Türk varlığının korunması en yaşamsal önemdedir. Yanı sıra, Türkiye’nin özellikle Orta Doğu ve Afrika ülkeleri ile ticari, siyasi ve diğer konulardaki ilişkilerini sürdürebilmesi açısından da Kıbrıs hayati önem taşımaktadır.
Türkiye açısından Kıbrıs adasının bir diğer önemi, Türkiye’nin Kuzeyindeki enerji hatları ile güneydoğusundan gerçekleşecek enerji nakil hatlarının bulunduğu bölge olması nedeniyle de oldukça önemlidir. Bu bağlamda Türkiye, her ne şart altında olursa olsun bu ekonomik ve ticari potansiyeli güvence altında tutmak zorundadır.
Diğer bir önem ise; yaklaşık 20 yılı aşkın bir zamandır bir çivi dahi çakılmayan ve bir zamanların Türk siyasetine damgasını vurmuş Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in tabiriyle “GAP’ı Gaptırmam” dediği Güney Doğu Anadolu (GAP) projesinin tam olarak hayata geçişi sağlandığında DAP bölgesinin Dünya ile bağlantısının yine İskenderun ve Mersin hattı üzerinden bu bölgeden gerçekleşecek olmasıdır.
Asya Ekonomik pazarının geçiş noktasında yine Kıbrıs adasının Batı Kapısı üzerinde yer alması da ayrı bir stratejik önem taşımaktadır. Çünkü Asya ekonomik pazarı, dünya ile deniz bağlantısının Batı’da, Türkiye’nin Akdeniz hava/deniz kapısı üzerinden gerçekleştirecektir. Bu kapı üzerinde de Kıbrıs adası yer almaktadır.
Kıbrıs adası, Türk Yunan dengesi açısından da oldukça stratejik önem taşımaktadır. Kıbrıs’ın bir Yunan/Rum adası haline gelecek olması Türkiye-Yunan ilişkilerindeki dengenin ortadan kalkması anlamını taşımaktadır. Keza Ege’de denge Yunan lehine dönmüştür. Daha iki gün önce Yunan Sahil Güvenlik botlarının iki kez Türk kara sularına giriş yapması oldukça düşündürücüdür.
Kıbrıs adasının bir diğer önemi ise; Güvenlik konusudur. Kıbrıs’ın Yunan/Rum egemenliğine geçecek olması Türkiye’nin ve Türklerin güvenliği açısından yaşamsal önem arz etmektedir. Türkiye’nin, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra, sıcak/konvansiyonel savaşın formu/şeklinin de değişmesiyle beraber, hibrit ve vekâlet savaşlarının tam da ortasında yer alıyor olması bakımından da oldukça önemlidir. Bu durum Türkiye’nin hem güvenliği hem de dış bağlantıları açısından hayati önem taşımaktadır.
Sıralamaya çalıştığımız Kıbrıs adasının Türkiye ve Türkler için stratejik öneminin elbette farklı kulvarlarda ele alındığında daha önemli maddelerini yazabilmemiz mümkündür. Ancak yukarıda sıralanan maddeler bile Kıbrıs adasının Türkiye için ne denli hayati önem taşıdığını göstermektedir. Gerek siyasal, ekonomik, kültürel ve askeri boyutları ile gerekse de ticari ve enerji havzasında alacak rolü ve Asya pazarı açısından Irak Suriye sorununa kadar tüm denklemlerin merkezi konumundadır Kıbrıs adası.
Kıbrıs, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri için Sorun Değil Bir Millî Davadır
Kıbrıs, özel bir jeopolitik konuma sahip olması ve birçok ticaret yolunun buradan geçmesi nedeniyle, tarih boyunca Orta Doğu’ya açılmak isteyen devletlerin hedefi haline gelmiştir. Dolayısıyla ada, sürekli bağımsız siyasi bir varlık olarak kalamamıştır (Önsoy 1993). Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olma arzusu uzun süredir var olan bir durumdur ve üyelik yolunda Türkiye’nin her türlü engeli aşma isteği içinde olduğu söylenebilir fakat öte yandan Kıbrıs konusu Türkiye’nin milli bir dava olarak adlandırdığı ve bu konuda tavize yer veremeyeceği kritik konulardan biridir. Türkiye, kendisi için son derece önemli olan bu iki konunun çözümü için yoğun bir diplomasi trafiği içine girmiştir çünkü Avrupa Birliği’nin, Türkiye’nin üyelik sürecinde önüne sürülen en önemli engellerden birisi Kıbrıs konusudur. Kıbrıs konusunun, AB’ne tam üye olunabilmesi için çözülmesi gereken bir sorun niteliği taşıdığı bilinen bir gerçektir. Uzun yıllar süren görüşmeler sonucu sorunun çözümüne ilişkin bir anlaşmaya varılamamış olması, konunun Birleşmiş Milletlere taşınmasına neden olmuştur.
Kıbrıs’ın, BM’nin gündemine getirilmesi 1950’li yıllara tekabül eder. BM’nin, Kıbrıs sorununu çözmede tek taraflı tutum sergilediği zaman zaman dengeli yaklaşımlar sergilese de başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir. Tarihsel süreç göz önüne alındığında yapılan anlaşmaların tam olarak icra edilmemesi, Kıbrıs Türklerine yapılan zulüm ve baskı ile birlikte can ve mal güvenliklerinin sağlanamaması Türkiye’yi garantörlük hakkını kullanarak 1974 yılında, uluslararası hukuka uygun bir şekilde, meşru barış harekâtıyla Kıbrıslı Türklerin hak ve menfaatlerini yeniden tesis etmeye yöneltmiştir (Kalaycı 2019). 2002 yılında taraflara sunulan ve Kıbrıs Türk Kurucu Devleti ile Kıbrıs Rum Kurucu Devleti adı altında iki ayrı anayasaya sahip iki kurucu devlet öneren Annan Planı’na, Türkiye tarafı ve Kıbrıslı Türkler sıcak bakarken Rumların karşı çıktığı, Türkiye’nin bu tavrında da bir adım önde olma stratejisinin etkili olduğu söylenebilir. 2008 yılında BM temelli yeni müzakere sürecinin başlatılmasına rağmen sorunun henüz çözülmeden Rumların AB’ye üye yapılmış olması BM temelli çözümleri sekteye uğratmıştır. 2008 sonrası müzakere sürecinde ise temel hedef yine birleşik bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurma girişimleri üzerineyken; müzakere edilen konular arasında en sancılı olanı yönetim ve yetki paylaşımı ile mülkiyet olarak karşımıza çıkmıştır (Bozkurt ve Demirel 2004). Unutulmamalıdır ki, bugün Kıbrıs Sorunu diye Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin önünde bir engel haline gelerek, Türk-Yunan ilişkilerinde ikili bir sorun olmaktan çıkmasında, sürecin 1981 yılında Yunanistan’ın AB’ye tam üye olması ile işlemeye başladığını bilmek yeterli olacaktır (Mor 2008).
AB üzerinden Kıbrıs’ta Yeni Enosis Politikaları
Kıbrıs meselesi, özellikle 1964 yılından itibaren Birleşmiş Milletler (BM) gözetimi altında yürütülmüştür. Esasen BM’nin Kıbrıs konusundaki tutumu da açıktır. Tek taraflı yaklaşımı pek çok açık kaynakta yer almıştır. Özellikle İngiliz/Yunan destekli Rum EOKA teröristlerin adada Türklere karşı uyguladığı kırımlar karşısında bile BM, çözüm odaklı yaklaşmaktan uzak davranmıştır. Ancak BM nezdinde sürdürülen görüşmeler de bile en azından bir ölçüde de olsa denge söz konusuydu. Denge konusu, Güvenlik Konseyi Kararlarında iki tarafın siyasal eşitliğine yakın şekilde değerlendirilmesi esas alınarak ifade edilmiştir. Yoksa tutum, davranış ve yaklaşım temelde tek taraflı yürütülmüştür.
Yukarıda saydığımız pek çok stratejik önem arz eden konu başlıklarını AB çok daha önce keşfetmiş ve buna göre stratejiler geliştirmiştir. AB, özellikle 1990’dan itibaren aşama aşama 1993’te GKRY’nin AB’ne başvurusunu kabul etmiş, 1995’te de tam üyelik görüşmelerine başlamıştır. AB, GKRY’ni yalnız AB içine alma girişiminde bulunmakla kalmıyor, yanı sıra “ikinci bir Enosis yolu” açıyordu. Çünkü GKRY’ni AB üyesi yaparken Kıbrıs’ın tamamı adına üye yapılıyordu (Mor 2019). Ne demek ikinci bir Enosis yolu? Yunanistan AB üye ülkesiydi. GKRY’nin (GKRY) AB üyesi yapılması demek, AB şemsiyesi altında GKRY’nin Yunanistan ile birleştirilmesi anlamı taşımak demektir.
AB’nin bu hareketi uluslararası hukuka aykırıydı (Kalaycı 2019). AB, BM’nin çoğu zaman sürdürdüğü tek taraflı ancak kısmen de olsa ölçülü olduğu bir konuda tamamen ipleri ele geçirircesine Kıbrıs konusunda hem savcı hem de hâkim rolünü üstlenmişti. Türkiye’nin AB ile ilişkileri vardı ve bu ilişkiler 1995 Gümrük Birliği belgesi ile tek yanlı bir bağımlılığa dönüşmüştü (Özdemir ve Aytekin 2016). Ankara’nın eli bu durum karşısında zayıflamasına karşın AB, uluslararası hukuka aykırı olarak GKRY’ni AB’ne almıştı ancak adanın tamamını Rum egemenliği altında AB’ne sokacak yolu açamamışlardı.
İşte tüm bu gelişmelerden sonra AB’nin 1980’lerden itibaren alt yapısını yaptığı ve Kıbrıs konusunu ele aldığı yeni bir dolaylı Enosis yolunda Kıbrıs; Türkiye-AB İlişkilerini engelleyen bir unsur olarak politikalar belirledi. Yanı sıra, Türkiye’nin AB’ne tam üyelik süreci ele alındığında Ege ve Kıbrıs konusunu askıya alan politikalar belirlemiştir. Ayrıca, Şayet Türkiye, AB üyesi olduğu takdirde Ege ve Kıbrıs konusu Avrupa Birleşik Devletleri içinde sorun olmaktan çıkacağı için buna yönelik politikalar belirlenmiştir.
Ekonomi-Politik Açıdan Kıbrıs’ın Stratejik Önemi
Kıbrıs’ın merkezinde bulunduğu Doğu Akdeniz, uluslararası güçlerin karşı karşıya geldiği sıcak bir bölge konumuna gelmiştir. Antik dönemde önemli bir alan konumundaki Levant bölgesinin hinterlandında olan Doğu Akdeniz günümüzde bir taraftan yeni doğal gaz rezervleri (Yaycı 2012), diğer taraftan doğudan gelen yeni ticari yolları ile gündeme gelmektedir. Bu durum Doğu Akdeniz’i ve onun merkezindeki Kıbrıs’ı uluslararası ekonomi politiğin ve bunun sonucunda da uluslararası ilişkilerin odağına çekmektedir. Kıbrıs günümüzde sadece Türkiye için değil tüm bölge ve küresel ekonomi politik için önemli bir konumda bulunmaktadır.
Sosyo-Kültürel Açıdan Kıbrıs’ın Stratejik Önemi
Kıbrıs toplumsal ve kültürel zenginlikleri açısından da incelenmeyi hak etmektedir. Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan Kıbrıs, kültürel unsurlarla ilgili farklı zenginlikleri de içerisinde barındırmaktadır. Antik çağlardan itibaren insanoğlunun anlatılarında kendisine yer edinen Kıbrıs’ta zaman içerisinde adanın kendine has üslubuyla bir sosyal ve kültürel birikim de meydana gelmiştir. Sözü edilen birikimin değerlendirilmesi kültür tarihi, dilbilimi, edebiyat, sosyoloji, din, eğitim, sanat tarihi ve mimariyle ilgili araştırma yapan günümüz bilim insanları için aydınlatıcı olacaktır. Toplumsal değişimi ilgilendiren her olayın, basın-yayın üzerinden medyaya yansıyan yönlerinin değerlendirilmesi de sosyal bilimlerin farklı disiplinleri açısından önem arz edecektir.
Sonuç
Uzun yıllar Yunanistan, bir Türk-Yunan diyaloğunun oluşması için Kıbrıs sorununu öne sürerek, “önce Kıbrıs çözülmelidir” stratejisini izledi. Keza BM’den sonra Kıbrıs sorununa el atan AB ise esasen Kıbrıs konusuna çözüm üretmek yerine dolaylı olarak bir yeni Enosis yaratma çabasına girişti. Uzun yıllar ekonomik, siyasi ve izole bir yaşam süren Kıbrıs Türk halkının kaderi maalesef bu tek taraflı ve çifte standartlı tutum ve uygulamalarla sürdürüldü. Karşılığında ne Türkiye AB tam üyesi olabildi, ne KKTC uluslararası kabul gören bir devlet statüsüne ulaşabildi.
Batı’nın ve uluslararası örgütlerin dâhil olduğu Kıbrıs sorunu, esasen hukuksal, tarihsel, kültürel bağlamda ele alındığında haklı olarak Kıbrıs Türk halkının bağımsızlığı ve egemenliğinin, KKTC’nin de bağımsız egemen bir devlet statüsünde çözümlenmesi noktasında gelişmedi. BM’in dahil olduğu 1964’ten başlayan ve 1990’lardan itibaren AB’nin de dahil olduğu Kıbrıs sorunu tamamen AB’nin stratejik kazanımları üzerine kurgulandı ve sürdürüldü. Bu stratejik kazanımlar; enerji, ticari, jeopolitik konum ve deniz ticaret yolları üzerinedir.
Tüm bu süreci değerlendirirken şu soru aklımıza takılmaktadır: Türkiye’nin bir millî Kıbrıs Davası vardı ve o dava Türkiye’nin asla AB’ne tam üye olamayacağı ileri sürülen bir politikaya mı terk edildi? 2004 Annan Planı referandumunda Ankara’nın tavrı unutulmamıştır. Keza merhum kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a yönelik, siyasi tutum ve davranış hâlâ hafızalarda yerini korumaktadır.
Son söz yerine, Kıbrıs özelinde konuyu ele alacak olduğumuzda Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de sıcak çatışmaların yükseldiği bir dönemde, gerek Türk-Rus ilişkileri gerekse diğer yeni şekillenmekte olan Asya pazarı ticaret yolları nedeniyle ciddi fırsatlar sunmakla birlikte; Kıbrıs’ın stratejik önemi bir kat daha artmıştır. Bununla birlikte Doğu Akdeniz bölgesinde aktörler ve bunlara bağlı faktörler değişiklik kazanmıştır. ABD ve AB bu bölgeden sadece Türkiye’yi dışarıda tutmak istemekle kalmamış bölgeye Rusya ve Çin’i uzak tutmaya çalışmıştır. Ancak Türkiye’nin Rusya Federasyonu ve Çin Halk cumhuriyeti ile olan ilişkileri, ticari yatırımlarının artan etkisi ve yükselen güçler ile Türkiye’nin artan ticari ve askeri ilişkileri Türk dış politikası bağlamında Türkiye’nin ve dolayısıyla Kıbrıs Türklerinin haklarının gasp edilmeden sürdürülmesi çok önemlidir.
Kaynakça
Bozkurt, E., & Demirel, H. (2004) ”Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği Kapsamında Kıbrıs Sorunu”, Nobel Yayınları, İstanbul 2004, s. 201-233.
Kalaycı Ömer (2019) Türkiye-AB İlişkileri Bağlamında Almanya’nın Kürt ve PKK Politikası, Çıkrık yayınları, İstanbul.
Mor, Hasan (2008) KIBRIS SORUNUNUN TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNE ENDEKSLENMESİ SÜRECİ, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XII, Y. 2008, Sa. 1-2.
Önsoy, R. (1993) “Kıbrıs’ın Dünü Bugünü Uluslararası Sempozyumu”, TC Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlükleri Yayınları, Ankara 1993, s. 254.
Özdemir Y., Aytekin G. K. (2016) AVRUPA BİRLİĞİ (AB) GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN TÜRKİYE EKONOMİSİNE ETKİLERİ, Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl:5 Sayı:9
Yaycı Cihat (2012) Doğu Akdeniz’deki Hidrokarbon Rezervleri Türkiye’nin 572 Yıllık İhtiyacını Karşılıyor, Cihat YAYCI; “Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Paylaşılması Sorunu ve Türkiye”, Bilge Strateji, Cilt 4, Sayı 6, Bahar 2012, s.6.