Cumhuriyet, demokrasinin en gelişmiş şekli olduğu için demokrasi kavramı ile bağlantılıdır. Atatürk'ün ifade ettiği gibi "demokrasi prensibinin en asri ve mantıki tatbikini temin eden hükümet şekli, cumhuriyettir".
Demokratik cumhuriyette işbaşına gelecekler belirli bir seçmen yaşının üstündeki vatandaşlar tarafından seçilir. Çoğunluk anlamına gelen cumhurun yönetmesi esasına dayalı olan Cumhuriyet ile Demokrasi beraber işlemektedir.
Demokrasi öncelikli olarak seçme ve seçilme ile ilişkili olduğu için özellikle seçim zamanları demokrasi vurgusu yapılır ve insanlar birbirini demokrat olmakla veya demokrat olmamakla itham ederler. Ve demokrat olmak bir erdem olarak gösterilir. Bazan da bu erdemli olma durumu vatandaşlık ve din ile ilişkilendirilir. Demokrasi şehidi terimi bu ilişkilendirmenin bir sonucudur.
Demokrasi En İdeal Yönetim Biçimi mi?
Eski Yunan dilinde halk yönetimi anlamına gelen dēmokrateía olarak geçen bu terim halk anlamına gelen demos ile yönetim anlamına gelen kratia kelimelerinin birleşik şeklidir. M.Ö 508 yılında Atina’da doğan Atina demokrasisinde halkın kendi kendini doğrudan yönetmesi olarak anlaşılmış ve uygulanmıştır. Ancak, 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra, Atina demokrasisinden yüzyıllarca yıl sonra ABD ve Fransa gibi ülkelerde demokrasi tekrar uygulamaya konmuştur. Demokrasinin en ideal yönetim biçimi olduğu ifade edilerek demokrasi düşüncesinin doğrudan veya dolaylı olarak yönetilenlerin yönetime katılması olarak tanımlanmıştır.
Demokrasi Eleştirisi
Ancak demokrasiye olumsuz bakarak eleştirenler de yok değildir. Ehil olmayan liyakatsiz kişilerin söz ve yetki sahibi olması, istikrarsızlığa neden olması, sadece yoksul, demokrasi kültürü olmayan toplum kesimlerine avantaj sağladığı gibi eleştiriler demokrasinin ilk ortaya çıktığı çağlardan beri yapılan eleştirilerin bazılarıdır.
Sokrates (MÖ 469-MÖ 399) devlet yönetiminde siyaset konusunda liyakat sahibi ve bilgili insanların görev alması gerektiğini savunmuştur. Ayrıca Sokrates ise kendisinin devlet memuru olduğu bir dönemde üst düzey askeri yöneticilerin usulsüz biçimde yargılanarak idam edildiklerine şahit oldu. Platon’un Devlet adlı eserinde bir gemi metaforu ile demokrasiyi eleştirmektedir. Sokrates bir gemiyi gemide yolculuk yapan herhangi birinin mi yoksa denizcilikten anlayan birinin mi yönetmesi gerektiğini sorar. Sokrates’e göre, nasıl binalar mimarlarca, gemiler gemi yapımcılarıyla yapılmaktaysa, devlet yönetimi de bir uzmanlık işidir. Demokrasilerde herkesin işe karışması ile devlet yönetimine karışır. Çoğunluğun işi hep düzensizdir, rastgeledir. Sokrates, devlet yönetimini, yönetim işini bilen ve o alanda usta olan birinin yönetmesi gerektiğini savunmaktadır. Aksi takdirde yönetilen kent (ülke) tehlikeye atılmış olur. Unutmamak gerekir ki Atina demokrasisi Sokrates’i dinsizliği yayarak gençleri yoldan çıkarmak suçlaması ile idam etmişti. Bu nedenle Sokrates’in öğrencisi olan Platon da demokrasiye kuşkuyla yaklaşmıştır.
Platon (MÖ 428/427 veya 424/423 – 348/347), tüm halkın yönetimde olması yerine tüm yurttaşlara erdemli olmaları konusunda katkıda bulunabilecek bilge insanların, filozofların yönetimini önermiştir. Platona göre demokrasinin getirdiği eşitlik gerçeğe uygun değildir. Demokrasi olağanüstü özelliklere sahip bilge insanlarla sıradan insanları zorla eşitleme çabası içindedir. Bu nedenle halkın yönetimi değil iyi bir eğitimden geçmiş, bilge insanların, filozofların yönetiminden yana olmuştur. Böyle olursa düzensizlik ve istikrarsızlık olmaz. Aristokrasiyi demokrasiye tercih eden Platon’a göre aristokraside sosyal sınıflar arasında bir uyum olur. Oysa demokrasiler çok çeşitli ve birbirleriyle uyumsuz insan türleri yaratır. Yöneticiler, savaşçılar ve üreticilerden oluşan ideal devlette yöneticiler filozof krallar olmalıdır. Bu yöneticilerin özel mülk sahibi olmamaları onların kendilerini devlete adamalarını sağlar.
Platon, Devlet adlı eserinde şöyle demektedir:
“Bir düzen panayırıdır demokrasi, beğen beğendiğini al.”
“Ahlâk değerlerine aldırış bile edilmez…. Demokrasilerde hiçe sayılır bütün bunlar. Bir devlet adamının nasıl yetişmesi, ne bilgiler edinmesi düşünülmez. Kendimize halkın dostu dedirtmek yeter; bütün şerefler kazanılır bununla.”
“Saygısızlık nezaket olur, kargaşalık hürriyet, israf cömertlik, yüzsüzlük de yiğitlik.”
“Hayvanlar bile bu devlette başka her yerdekinden daha hürdür; o kadar ki, insan gözleri ile görmese inanmaz…. Demokrasilerde atlar, eşekler öyle serbest, öyle mağrur yürümeye alışırlar ki, yollarından kaçmayana çarpar geçerler…. Yurttaşlar o hale gelir ki, bir yerde baskıya benzer en ufak bir şey gördüler mi, kızar ayaklanırlar; yazılmış yazılmamış bütün kanunlar hiçe sayar, kelimenin tam anlamı ile başına buyruk kalmak isterler.”
Farabi (872-950) de Platon gibi demokrasiye olan olumsuz bakmaktadır. Hem Platon hem de Farabi devletin halkın değişken ve kaypak arzu ve istekleri üzerine değil, ilgi ve erdem ilkeleri üzerine inşa edilmesi gerektiğini savunmaktadırlar.
Aristoteles’e (MÖ 384-MÖ 322) göre ise iyi yönetimler ve onların bozuk halleri mevcuttur. Tiranlık monarşinin bozulmuş hali iken Aristokrasinin bozulmuş hali oligarşidir. Demokrasi ise Aristoteles’in politeia olarak adlandırdığı rejimin bozulmuş halidir. Politeia tüm sınıflarıyla birlikte toplumun yararını esas alan bir anayasal yönetim şeklidir. Bozulunca yani demokrasi olunca sadece yoksulların çıkarlarının savunan bir yönetim şekli olmuştur. Demokrasi, halkın hukuk ilkelerini hiçe sayarak, sayı çoğunluğuna dayanarak dilediğini yapmasının yolunu açar.
Atina Demokrasisi döneminde yaşayan filozoflardan yüzlerce yıl sonra Karl Marks modern devletteki yasama ve yürütme organlarının bütün bir halkın değil, mülkiyetli zengin sınıfların temsilcisi olduğunu savunmuştur. Modern demokrasinin aslında bir tür seçkinler yönetiminden farksız olduğunu öne süren Vilfredo Pareto (1848-1923) ve Gaetano Mosca (1858-1941) ise demokrasiyi seçkinlerin iktidara gelişini ve devleti onların yönetmesini meşrulaştıran bir sistem olarak görmüşlerdir. Antik Atina'da demokrasisinde demokrasi halkın doğrudan yönetime katılması iken modern demokrasiye doğru geçerken doğrudan katılım yerini temsili demokrasiye bırakmıştır. Temsili demokrasi, çağdaş demokrasiler tarafından benimsenen en yaygın demokrasi formu olmuştur. Temsili demokrasi esasen oy kullanma, seçim yapma ve çoğunluğun yönetimini içermektedir. Ancak temsili demokrasi de eleştirilmiştir. Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) en gerçek demokrasi biçiminin doğrudan demokrasi olduğunu savunmuştur.
Yirminci Yüzyılın En İdeal Yönetim Biçimi
Günümüzde demokrasi, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı, temel hak ve özgürlükler, seçim sistemleri gibi alt başlıklarla beraber ele alınmaktadır. Temel insan haklarına saygı, siyasi hoşgörü ile eşleştirilmiş çok partili bir siyasi sistem, demokratik bir oylama sistemi, hukukun üstünlüğüne saygı, demokratik yönetişim, vatandaş katılımı demokrasinin ana unsurları olarak görülmektedir.
En ideal yönetim biçimi olduğu kabul edilen demokrasinin tüm dünyada yönetim şekli olarak uygulanması da ideal bir dünya oluşturmanın gereği olarak görülmektedir. Bu durumda demokratik olmayan yönetimlerin derhal demokrasiye geçmesi gerekmektedir. Bunu için demokratikleşme reformları yapmak gereklidir. Bu reformları yapan yönetimler ülkelerine demokrasi getirebilirler. Bunun çeşitli yolları vardır:
-
Demokratikleşme reformlarını azgelişmiş ülkelere sunulan yardım paketlerine ön koşul olarak koyarak demokrasi vurgusu yapmak
-
Freedom House gibi kurumlara otoriterliğin arttığı yönünde raporlar hazırlatmak ve bu raporlar dayalı olarak uyarı ve tehditte bulunarak demokrasi vurgusu yapmak
-
Belgeseller veya diğer medya araçları ile yolsuzlukların varlığı ve artışı yönünde yayınlar yaparak ilgili yönetime gözlemciler veya denetçiler göndererek demokrasi vurgusu yapmak
-
İnsan hakları ve temel özgürlüklerin yokluğu veya kısıtlılığı üzerinde durarak demokrasi vurgusu yapmak
-
Yönetimin zafiyetinden yararlanarak iç dinamikleri harekete geçirerek demokrasi vurgusu yapmak
-
Ekonomik veya siyasi yaptırımlar koyarak demokrasi vurgusu yapmak
-
Darbeyi teşvik ederek veya bizzat organize ederek demokratik düzenin sağlam işlemesini sağalama vurgusu yaparak.
Ülkemizdeki 12 Eylül 1980 gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından saat 03.00'te TRT, PTT ve diğer iletişim dairelerine el konularak başlayan askerî müdahale saat 04.00'te radyolardan tüm ülkeye duyuruldu. İlk bildiride şu ifade vardı:
"Girişilen harekâtın amacı; ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mâni olan sebepleri ortadan kaldırmaktır."
Sonuç olarak demokrasi tarihi süreç içinde en ideal yönetim biçimi olmakla kalmadı ve mutlak yönetim biçimi olarak sunuldu. Tartışılmaz ve itiraz edilmez bir yönetim biçimi olarak zihinlere yerleşen demokrasi ve demokratikleşme zorunluluğu hâkim ülkelerin elinde kullandığı bir araç haline geldi. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve AB bu aracın koruyucusu ve kullanıcısı olarak dikkat çekmektedir.
Dünya Savaşından sonra Milletler Cemiyeti benzer bir amaç için kullanılmıştı. Halkların kendi kaderini tayin hakkı esasına dayanan ABD başkanı Wilson İlkeleri savaş sonrasında toprak kazanılmaması ilkelerine dayalı olarak sunuldu. Ancak, savaştan galip çıkan İtilaf Devletleri bir çeşit kurnazlıkla savaşı kaybeden ülkelerin topraklarına el koymak için Manda Sistemini icat ettiler ve Milletler Cemiyeti şemsiyesi altına yerleştirdiler. Manda sisteminin hukuksal gerekçesi ise medeniyet ve kültür düzeyi kendi kendisini yönetecek yetkinliğe sahip olmamak olarak belirlendi. Böylece bir ülke medeniyet ve kültür düzeyi olarak değerlendirilerek kendi kendisini yönetecek yetkinliğe sahip olup olmadığına bakıldı. Kendi kendisini yönetecek yetkinliğe sahip olmadığı tespit edilen ülkeye Manda Sistemi uygulandı. Böylece. Manda sistemi ile Osmanlı İmparatorluğuna bağlı olan özellikle Arap bölgelerinin bağımsızlaştırılması ve aynı zamanda Almanya’nın Afrika, Okyanusya ve Pasifik bölgelerindeki sömürgelere el konuldu.
Demokratik olma veya demokratikleşme değerlendirmesi de benzer bir ey koymaya hizmet etmektedir. Demokratikleşsin diye ABD ve AB ülkeleri Irak’a demokrasi getirdiler. Mısır’a da demokrasi geldi. Suudi Arabistan Krallığı demokratik ülke olarak görüldüğü için demokratikleştirmeye gerek yoktur. Özellikle Afrika ülkeleri demokratikleşme sürecine dahil edilmiş gibi gözükmektedir. ABD Başkanı Joe Biden, 9-10 Aralık 2021 tarihlerinde kendi ev sahipliğinde Demokrasi Zirvesi düzenledi. Bu zirveye demokratik ülkeler davet edildi. ABD tarafından demokratik bulunan ülkeler demokratik ülkelerdir. Söz konusu zirveye Türkiye'nin dışında davet edilmeyen ülkeler arasında Çin, Rusya, Macaristan, Belarus, İran, Mısır, Bangladeş, Kuzey Kore, Myanmar, Kamboçya, Ruanda, Venezuela, El Salvador, Honduras ve Guatemala da bulunuyordu.
Sorular
ABD ve AB ülkeleri Demokrasi Zirvesine davet edilmeyen ülkelere demokrasi getirmek için çaba gösteriyor olabilir mi?
Geçmişte yaşanan hareketli günler gibi ileride de hareketli günler beklemek ne kadar olası?
Ne yapılıyorsa demokratikleşme için yapıldığı doğru mu?
ABD ve AB ülkelerinin kötü bir niyeti veya planı olamaz mı?
21. Yüzyılda Ne olacak?
Demokratikleşme yirminci yüzyılın yönetim jargonu idi. İçinde bulunduğumuz dijital çağa uygun bir jargon olması gerekir. Bu bağlamda:
Küreselleşsek mi?
Dijitalleşsek ne olur?
Dijital vatandaşlar mı olsak?
Dünya vatandaşı mı olsak?